Şili’nin gizli hazinesi San Pedro de Atacama’da hayallerimize dokunmaya devam ediyoruz.
San Pedro de Atacama’ya adını veren Atacameñolar, başlangıcı M.Ö.’ye dayanan Tulor Kasabasında yaşamışlar.
12.yy.da ise Pukara de Quitor’u kurmuşlar. Şimdi arkeolojik sit alanı olan bu antik yerleşim yeri, kısa adı Atacama olan kasabaya da yaklaşık 3 km. mesafede. Mesafe kısa olunca nasıl olsa bir araç buluruz, bu Kolomb öncesi arkeolojik sit alanını görmeden gitmek ayıp olur dedik.
Ama yanılmışız! Turlarla her yere gidebiliyorsunuz bu konuda sıkıntı yok. Varsa pulun herkes kulun hesabı, ucuz olsun diye bireysel gezmek istersen sıkıntılı. Çünkü kasabada toplu taşıma aracı yok. Rastlarsanız birkaç tane taksi var. Bisiklet kiralayabilir veya tabanvayla gidebilirsiniz. Biz de tabana kuvvet deyip tabanvayı tercih ettik. Sabah erken kalktık. Hava çok ısınmamıştı yine de güneş yakmaya başlamıştı. Atacama nehrinin kenarından yürüyerek arkeolojik alana ulaştık. Giriş ücretliydi ve müze açıktı. Sabahın seherinde yola çıkıp bir de göremesek çok üzülürdük.
Pukara de Quitor
Antik kasaba, Quitor tepesinin çok dik bir yamacına kayaların üzerine kurulmuş. Bölgede toprak kayması olduğundan Arkeolojik alan da yavaş yavaş aşağıya doğru kayıyormuş. Şimdi koruma altına alınmış. O yüzden kasabanın içine giremedik. Onun yerine daha dik bir yamaçtan yükselerek uzaktan baktık. Aslında burası savunma amaçlı bir kaleymiş. Çünkü taş yapıların etrafı yüksek duvarlarla çevrili. Karşıdan evler, ahırlar, yuvarlak yapılı silolar çok net görülüyor.
Atacameño Uygarlığı
Atacameñolar çok gelişmiş bir uygarlıkmış. Bölgedeki ilk tarım çalışmalarını yapmışlar. Tarıma uygun alanın az olmasından teraslama sistemiyle üretim yapıp, suni sulama ve lama gübresi kullanmışlar. Böylece mısır, patates, bal kabağı gibi ürünler yetiştirmişler. Belki de kendilerinden sonra gelen İnkaların ilham kaynağı olmuşlar. Yaşadıkları dönemde çevrede bolca bulunan Lama ve Alpakaları yük taşımada kullandıkları gibi etlerinden, kürklerinden de faydalanmışlar.
El sanatlarında başarılı olan uygarlık kilden yaptıkları kap kaçak, dokuma, örme ve ahşap işlemeciliğinde de kendilerini göstermiş. Güney Amerika’da yaşayan diğer uygarlıklardan daha erken dönemde metalleri keşfedip bakır ve bronzdan eşya üretmişler. Hal böyle olunca da saldırılara maruz kalmış, şehirlerini korumak için bu kale kasabayı kurmuşlar. 12. yüzyılda İnkalar Atacameño bölgesini topraklarına kattıktan sonra, Pukará de Quitor daha da gelişmiş.
İspanyolların Peru’yu istilasından sonra aşağılara inmeleri birkaç yıl almış. 16.yüzyıl ortalarında Diego de Almagro ve daha sonra Şili valisi olacak olan Pedro de Valdivia’nın birlikte yaptıkları keşif gezisi sırasında kasabaya ulaşılmış. Kasabanın tespit edilmesiyle istilacıların gelmesi fazla uzun sürmemiş. Ancak halk hazırlıklıymış. İspanyollar kale şehrin coğrafi konumu ve güçlü direnişiyle karşılaşmışlar. Yine de taş uçlu oklar, ateşli silahlara yenilmiş. Askerleri öldürülmüş, 20 yıl gibi kısa bir sürede halk asimile olmuş. Kale terk edilmiş.
Arkeolojik Alanın Tepesi
İ
İşte bu dik yamaçta bulunan kaleyi görmek için çok daha dik bir patikadan tırmandık. Üstelik güneş iyice yükselmiş, tüm haşmetiyle yakıcı olmaya başlamıştı. Yine de yılmadık. Tepede ödülümüz bizi bekliyordu. Zirvede Atacameñolardan kalan toprak maskelerin imitasyonuyla özel bir yer yapmışlar. Tapınak diyeceğim ama Atacameñoların doğa varlıklarına tapmalarına rağmen tapınak kullanmadıklarını, ölümden sonra yaşama inandıkları içinde eşya, giysi ve yiyeceklerle gömüldüklerini bildiğimden tapınak diyemiyorum. Mutlaka bir anlamı vardır ancak açıklama yazmadıkları için size anlatamıyorum. Yalnız manzara müthişti. Antik kent hemen ayağımızın altında, aşağıda nehir yemyeşil ağaçlar arasında kıvrılarak akıyor, nehrin karşısında Atacama Kasabası onun arkasında sarının tonlarına bürünmüş çok büyük bir düzlük ve ilerde sönmüş Licancabur Yanardağı, hemen yanımızdaysa Ölüler vadisi vardı. Burayı tanımlamak çok zor, kısaca tepenin doyumsuz bir manzarası vardı.
Ölüler Vadisi
Ölüler Vadisi kırmızı, siyah kahverengi tonlarında rüzgarın şekillendirdiği Peribacaları gibi kayalardan oluşuyor. Ölüm Vadisi veya Ölüler Vadisi denilen bu doğal yapıyı gezecek zamanımız olmadığından tepede gördüklerimizle yetindik. Vadinin adıyla ilgili 2 görüş varmış. İlk görüş şöyleymiş. Vakti zamanında bölgedeki ticaret yolu vadiden geçiyormuş. Yorgun hayvanlarla insanlar engebeli arazi ve uçurumlarda hayatlarını kaybedince vadiye ölüm vadisi denilmiş. 2. görüş ise yakın tarihe dayanıyor. 1950’li yıllarda misyonerlik yapan Belçikalı rahip Gustavo le Paige güya burayı Mars’a benzetip “Valle de la Marte” yani “Mars Vadisi” demiş. Gel zaman git zaman yanlış telaffuz edilen vadinin ismi “Valle de la Muerte” yani “Ölüm Vadisi” olmuş.
Neyse biz patikamıza dönelim. Yol Ölüler Vadisi’nin tepesinden devam ediyordu ama tepede manzarayı izlerken zamanımız dolmuştu. Güçlükle çıktığımız yerden bir nefeste indik. Yine tabanvayla kasabaya dönerken yolumuzun üzerinde Meteor Müzesi’ne rastladık. Fakat ülkedeki sıkı yönetim kararından dolayı kapalıydı.
Atacama Çölü
Kasaba ve yakın çevresini de tanıdığımıza göre, artık San Pedro de Atacama’yı sarıp sarmalayan Atacama Çölü’nü anlatmanın zamanı geldi. Yaklaşık 15 milyon yaşındaki çöl, dünyanın en sıcak ve en kurak çöllerinden biriymiş. Aslında And Dağlarının yağmur bölgesinde bulunuyor ancak gelen doğu rüzgarlarının kuru oluşu ve batısında bulunan Büyük Okyanustaki soğuk su akıntısı Humboldt nedeniyle bölge çok az yağış alıyormuş. Ne derece doğru bilemiyorum 1971 yılına kadar geçen 400 yılda hiç yağış almamış. Atacama çölü 132.000 km² olduğuna göre bazı yerlerine 400 yıl boyunca yağmur yağmamıştır diye düşünüyorum. Neyse ki etrafında bulunan 5.000 m. ve üzerindeki yükseltiye sahip olan sönmüş volkanlardan gelen kar suları, Atacama Nehri ile yeraltı nehir ve göllerini sürekli besliyormuş. Çölün içinden geçen bu nehir, doğal olarak vaha oluşturup canlıların yaşamını sağlıyormuş.
Bölgede çok fazla maden ve mineral bulunuyormuş. Çöldeki büyük nitrat rezervleri, 1879-1884 yılları arasında Bolivya, Peru ve Şili arasında bir savaşa neden olmuş. Pasifik Savaşı adı verilen bu savaş sonunda, daha önce Bolivya’nın topraklarında bulunan Atacama Bölgesi, Şili’ye bağlanmış ve Bolivya’nın denizle bağlantısı kesilmiş. Bugün bile hala bu konu da gerginlikler yaşanıyormuş.
Bölgede bulunan bakır, gümüş ve altın madenleri şimdi Şili ekonomisinin temelini oluşturuyormuş.
Valle de la Luna
Kısaca anlattığım bu çöl, içinde görülmesi gereken ilginç yerler saklıyor. Ölüler Vadisi’nden sonra sırada bölgenin en ünlü vadisi “Valle de la Luna” yani Ay Vadisi var. Gün doğumu, batımı ve dolunayın harika olan vadi, Atacama’ya yaklaşık 15 km. uzaklıkta. Fakat yukarıda da bahsettiğim gibi ulaşım problemi nedeniyle tur satın aldık.
Ay Vadisi adından da anlaşıldığı gibi kırmızı topraklı, kayalık, kurak yapısı ile Ay yüzeyine benzediğinden bu adı almış. Zaten NASA’da uzay araçlarını burda test ediyormuş.
Amfitiyatro
Öğleden sonra başlayan turumuz ilk olarak bizi Ay Vadisi’ndeki amfitiyatro denilen yere getirdi. Rehberimiz amfitiyatronun deprem ve çöküntülerle oluştuğunu, görüntüsünden dolayı da bu adı aldığını söyledi. Gerçekten de yuvarlak yapının yamaçtaki kısmı izleyicileri, alttaki düzlük kısmı ise sahneyi andırıyordu. Etrafta gördüğümüz kum tepelerinin rüzgar nedeniyle küçüldüğünü o yüzden amfitiyatronun üzerinde yürümenin yasak olduğunu ve patikadan ayrılmamamız gerektiği konusunda rehberimiz bizi uyardı. Kızgın güneşin altında işaretlenmiş patikadaki sıcak kum öbeklerinin arasından yürüyerek amfitiyatronun tepesine ulaştık. Mesafe kısa ama gökte yakan güneşle yerde kavrulmuş kumların arasında kalınca fırına düşmüş gibi olduk. Tepeye çıkınca aslında burasının krater ağzına benzediğini fark ettik. Kraterin kenarı, derin bir uçurum oluşturmuştu ve buradan Ay Vadisi’yle amfitiyatronun güzelliğini gördük. Koyu kahverengiden, pembeye ve sarıya dönüşen yer yer kar yağmış gibi beyaz örtüyle kaplı sıra dışı manzaraya hayran kaldık. Yürüdüğümüz patika, uçurumun kenarı boyunca devam ediyordu. Hızlıca görebilceğimiz her yere giderek fotoğraflar çekip manzaranın tadını çıkardık.
Las Tres Marias
İkinci durağımız vadinin en ünlü yeri Las Tres Marias yani 3 Meryem’di. 3 Meryem, Ay Vadisi’nin mucizesiymiş ve gerçek heykellere benzeyen doğal tuz kayalarından oluşmuş. Adını İncil’de geçen 3 Maria’dan almış. 1.si Hz. İsa’nın annesi Meryem, 2.si Maria Magdelena, 3.sü Martha ve Lazarus’un kardeşi Maria’ymış. Birisi ayakta, birisi diz çökmüş dua ediyordu. Üçüncü Maria’nın ise, zamanında üzerine çıkmaya çalışan vandal bir turistin kayayı kırması sebebiyle maalesef nasıl dua ettiği anlaşılmıyordu. Neyse ki artık doğal heykellere yaklaşmak yasak belli bir mesafeden fotoğrafları çekilebiliyor.
Rehberimiz etrafta gördüğümüz kar gibi beyazlığın tuz mineralleri olduğunu söyledi, sonra oluşumu milyonlarca yıl süren tuz kristallerini gösterdi. Asıl ışıltıyı bu tuz kristalleri veriyormuş. İşte yüzeyde bulunan bu tuz mineralleri vadiyi aynen Ay’ın yüzeyi gibi gösterdiğinden de buraya Ay Vadisi deniliyormuş.
Vadinin ziyaret saatlerini bölmüşler. Şöyle ki sabahtan öğlene kadar bireysel olarak, öğleden sonra da turlarla gezilebiliyormuş. Yani saat 13.00’te “Merhaba, ben geldim Ay Vadisi’ni gezecektim.” diyemiyormuşsunuz. Eğer saat 13.00’te buraya gelecekseniz turla gelmeniz gerekiyormuş. Giderseniz bu önemli ayrıntı aklınızda bulunsun!
Coyote Tepesi
Çölde zaman hızlı geçti. Güneş batmak üzereyken bütün turlar Coyote Tepesi’ndeydi. Cümbür cemaat günü batırıyorduk. Tepenin vadiye bakan yamacı dik bir uçurumdu. Ay Vadisi, Atacama Çöl’ü, ilerde Atacama Tuz Gölü, tüm haşmetiyle Licancabur Yanardağı ve diğer yanardağlar buradaki manzaramızı oluşturuyordu. Çölde hayat şartları çok zor olduğundan hemen hemen hiç canlı bulunmuyormuş fakat rehberimiz şaşkınlıkla iki kaya arasında saklanan örümceği gösterdi. Kendisi de ilk defa görüyormuş. Bu arada güneş yavaş yavaş inmeye tüm kızıllığını önce vadiye sonra dağlara yansıtmaya başladı. Gerçekten çölde gün batımı tam bir tabiat gösterisi oldu. İnanılmaz gün batımı sonrası Atacama’ya geri döndük.
Bir sonraki yazımızda hastası olduğumuz petroglifleri, Gökkuşağı Vadisi’ni, Atacama Çölü’nü ziyaret edeceğiz.
Şimdilik hoşçakalın.
Gülçin Soytutan / Hayallerime Dokunmak, Youtube kanalımızdan da bu gezimizin videosunu izleyebilirsiniz. Bize destek vermek isterseniz Youtube kanalımıza abone olmayı unutmayın🤗
Hayallerinize dokunmanız dileğiyle….