Ürdün Gezi Notları 3 “Wadi Rum”

Ürdün’ün en gizemli yerlerinde hayallerimize dokunmaya devam ediyoruz. Bu yazımızda ilk durağımız Vadi Rum. Vadiye adını veren Rum Kasabası’nın girişinde turizm ofisi var. Buradan bilet alıyor ya da Ürdün’ün Jordan Pass müze kartını gösteriyorsunuz. Yoksa ne kasabaya ne de vadiye girebiliyorsunuz. Biz Jordan Passları gösterip devam ettik. Kasabanın girişinde, kalacağımız kampın görevlisi bizi karşıladı. Araçlarımızı burada bırakıp hep birlikte kampa ait olan eski, toz, toprak içindeki jeeplere binip çöle girdik.

Vadi Rum

Batan güneşten kalan alaca karanlık içinde kızıl tozları savura savura kamp alanımıza ulaştık.

Kalış yerimizi ayarlarken hem ekonomik olması hem de otantik olması nedeniyle Bedevi Çadırlarını tercih etmiştik. İlk izlenimim Bedevilerin çok modernleşmiş oldukları oldu. Kaldığımız odacıkların dış cephesi yine kıldan fakat yerden yükseltilmiş, resmen kutu gibi bir şey yapılmış. Anlaşılan artık çadır kalmamış.

Çölde Yemek

Heyecanla odacıklarımıza eşyalarımızı bırakıp, akşam yemeğine gittik. Zarb veya Bedevi Barbekü dedikleri yemeği anlatmak ve göstermek için bizi dışarıya çıkarttılar. Bedeviler bu yöntemi uzun zamandır kullanıyormuş. Derin kazdıkları çukurlarda köz haline gelmiş kömürün üzerine metal raflara yerleştirdikleri tavuk veya etle çeşitli sebzeleri koyup üzerini kapatıyorlarmış. 2 – 2,5 saat arasında pişiyormuş. Veee bizim için hazırladıkları Zarb’ı mis kokular eşliğinde açtılar. Ardından çeşitli salatalar ve pilavla ikram ettiler. Yemek de salatalar da çok lezzetliydi. Sonrasında dışarda yaktıkları ateşin başında oturup sürekli kaynayan nane çayından içip diğer konuklarla sohbet ederek yıldızları seyrettik.

Çölde ilk gece ne üşüdük ne de terledik.

Ertesi gün kahvaltıda hoş bir sürprizle karşılaştık. Macaristan’dan gelen çiftin 9 aylık oğlu Obi de uyanmış kahvaltı yapıyordu. Nasıl tatlı bir bebek hiç yabancılık çekmedi. Ebeveynlerinden izin alıp hepimiz sevdik. Böylece onlar da rahat bir nefes alıp kahvaltı yapabildiler.

Vadide Gezinti

Kahvaltı sonrası için tam gün tur ayarlamıştık. Jeeplerle tangır tungur düştük yollara. İlk durağımız Arabistanlı Lawrence’ın suyun bulunduğu bir tepede saklanıp çölü gözlediği yer oldu. Kayaların arasından hoplaya zıplaya suyun çıktığı yere tırmanıp Lawrence’ın gözüyle etrafı izledik. Bir de çölün farklı bir yerinde de karargah olarak kullandığı evi gezdik. Yıkılmış harabe olmuş ama yine de gururla gösteriyorlar. Milliyetçilik akımının başladığı dönemde, Arapları Osmanlıya karşı kışkırtan Lawrence hakkında anlatılacak çok şey var. Başlı başına bir konu aslında.

Biz çöle dönecek olursak, Lawrence’ın gözetleme yaptığı yerin altında bulunan kayalıklarda M.Ö. öncesi ve sonrasına ait az sayıda hiyerogrif ve yazılar bulunuyor.

Asıl bundan sonra gittiğimiz Khazali Kanyonu efsaneydi. Paleolitik çağdan beri insan varlığının işaretleri olan petroglifler, Nebatice gibi çok eski dillerle Arapça yazılmış yazılar kanyonun tahminen 100 m.lik girişine kazınmış. Geçmişi anlatan adeta büyük bir kitaplık gibi (Tabii okumasını bilene).

Bölgede yapacak çok şey var. Turumuz bizi birbirinden ilginç 2 kaya köprüsüne götürdü. Küçük Köprü’ye tırmanış kolaydı ama Um Frouth Köprüsü’ne tırmanmak azıcık zordu. Zaten tırmanış patikası yol geçen hanı gibiydi, inenler çıkanlar gırla gidiyordu. Allahtan tırmandığımız kayalar kaygan değildi ve ayakkabılarımızı tutuyordu. Yine de tırsmadım dersem yalan olur. Tepedeyse fotoğraf çektirme kuyruğu bizi bekliyordu. Bütün zorluklara rağmen o fotoğraflar çekildi.

 

Derin küçük bir kanyonda 2 km.lik güzel bir yürüyüş sonunda rengarenk kumlardan oluşan tepelerine tırmanıp, inmekten bitap olmuş bir halde güneşin batışını izlemeye gittik. Havada çok fazla toz bulutu vardı. Okuduğum yazılardaki gibi muhteşem bir gün batımı göremedik. (Bence en güzel gün batımı Erdek’te ve Kapadokya’da oluyor.) Güneş toz bulutunun içinde kayboldu. Doğru düzgün bir kızıllık bile yapmadı. Böylece meşhur Rum Vadisi’ni tamamlamış olduk.

Hicaz Demiryolu Hattı

Sırada Petra Antik Kenti vardı. Ancak öncesinde dedelerimizden kalan, ancak Arabistanlı Lawrence gibi İngiliz ajanlarının kışkırttığı Şerif Hüseyin ve Bedevi Şeyhlerinin sürekli tahrip ettiği ve sonunda kullanılmaz hale gelen Hicaz Demiryolu Hattı’nın bir istasyonunu ziyaret ettik. (Eğer bu hat tahrip edilmeyip kullanılabilseydi, eminim Trans Sibirya Tren Hattı’ndan çok daha popüler olurdu.) Çok ilginç gittiğimizde tren yoktu fakat yolun hemen arkasında çalışır halde bir helikopter, etrafta polisler ve insanlar vardı. Birden helikopter kalktı. Uzaktan tren gelmeye başladı. Kalkan helikopter trenin üzerinden uçmaya başladı. Her tarafı toza buladı. Tabii böyle bir ambiyansı görünce biz de atlayıp fotoğraf ve video çekmeye başladık. Sonra öğrendik ki birkaç gündür burada film çekiliyormuş. Biz son gün, son sahneye denk gelmişiz.

Yola devam. Gelecek yazımızda hayallerimizi süsleyen Petra Antik Kentin’de buluşmak üzere,

Şimdilik hoşça kalın

Gülçin Soytutan / Hayallerime Dokunmak, Youtube kanalımızdan da bu gezimizin videosunu izleyebilirsiniz. Bize destek vermek için Youtube ailemize siz de katılırsanız çok seviniriz 🤗

Hayallerinize dokunmanız dileğiyle…. 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir