Şili’de hayallerimize dokunmaya başkent Santiago’da devam ediyoruz.
Calama Havaalanı
Son yazımızda Atacama’dan Calama’ya geçip geçememe telaşı içindeydik. Ülkede sıkıyönetim ilan edilmesinin ardından 5 gündür San Pedro de Atacama ve Calama arasındaki ulaşım protestocular tarafından kapatılmış, Calama havaalanından uçuşlar iptal edilmişti. Uçuşumuzun olduğu gün ilk defa yollar ve hava alanı açılmıştı. Zaten aportta bekliyorduk. Haber gelince sabah erkenden havaalanı servisi ile Atacama’dan ayrıldık. Büyük bir heyecanla Calama Havaalanına ulaştık. Geçtiğimiz yollarda şehir ve halk sakin görünüyordu fakat her yer polis kaynıyordu. Havaalanında uzunca bir süre bekledikten sonra sorunsuz bir şekilde uçuşumuzu yapıp Santiago’ya ulaştık.
Santiago’ya Ulaştık
Başkent Hükümete karşıtı protestoların başladığı ve en ağır yaşandığı şehirdi. TV’daki haberler ve görüntüler de çok kötü olunca, Santiago’ya gidip gitmemek konusunda önce çok kararsız kaldık. Sonra ölmüş eşek kurttan korkmaz deyip programımızı devam ettirmeye karar verdik. Protestoların başladığı günden beri neredeyse her gün Santiago’daki hostelimizle whatsaptan yazışıyorduk. “olaylar bölgesinde değiliz fakat yine de dikkatli olun ve hava kararmadan burada olursanız iyi olur” diye bilgi vermişti. Havaalanından hostelimize ulaşabilirsek ondan sonrası kolaydı. Hesap kitap yapacak zaman değildi. Uçaktan indiğimizde hava kararıyordu. Acele atladık bir taksiye istikamet hostel! “Bazı yollar protestocular tarafından kapatıldığından mecburen çevre yollarını kullanacağım. Merak etmeyin” diyen şoförümüz bizi sorunsuz ulaştırdı. Hostele ulaşmak ne büyük bir lüksmüş. Gittiğimizde görevli gençler bizi büyük bir coşkuyla karşıladılar. “Sizin için çok endişelendik sağ sağlim gelmemize çok sevindik” dediler. Onların bu sıcak karşılamaları kendimizi evimizdeymiş gibi hissettirdi.
İspanyollardan Önce
Maceralı bir yolculukla başkent Santiago’ya ulaştığımıza göre ülkenin tarihine kısacık bir bakış atalım. Şili kelimesi ülkede yaşayan yerli halklardan olan Aymara dilinde “dünyanın bittiği, denizin başladığı yer” anlamına geliyormuş.
M.Ö. sine tarihlenen insan yaşamı ise değişik yerli halklardan oluşuyormuş. Daha sonra İnkalar bölgeyi topraklarına katmış. 1520 yılında bölgeyi keşfeden ünlü kaşif Magellan’ın ardından altın aramak amacıyla Diego de Almagro ile adamları gelmiş. Ancak yerliler tarafından şiddetli bir direnişle karşılaşınca geri dönmüşler. Ardından gelen Pedro de Valdivia 1541 yılında Santiago şehrini kurmuş.
Santiago Kim?
Burada tarihe biraz es verelim. Valdivia şehre neden Santiago adını vermiş ve Santiago kim?
Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan Zebedi oğlu Yuhanna’nın kardeşi Büyük Yakup’un ispanyolca adı Santiago, İngilizce adı Aziz James imiş. İsa’nın ölümünden sonra Hristiyanlığı yaymak için İspanya’ya kadar gitmiş, daha sonra döndüğü Kudüs’te idam edilerek öldürülmüş. İşte Büyük Yakup yani Santiago İspanyollara Hristiyanlığı öğretmesi nedeniyle İspanya’nın koruyucu azizi olarak kabul edilmiş.
Fakat asıl sebep bu değil olay şöyle gerçekleşmiş. Valdivia ve adamları bölgeye geldiklerinde Mapuçhe halkı ile karşılaşırlar önce onlarla dost olabilmek için hediyeler verirler. Bence istilacıların gerçek amacını anlayan Mapuçheler İspanyollara saldırırlar ve çıkan savaşta tam İspanyolları yenmek üzerelerken birden yerliler silahlarını atarak kaçmaya başlarlar. Tabi sonunda Valdivia ve adamları savaşı kazanır. Esir alınan Mapuçheler “beyaz bir atın üstünde çıplak bir adam, parlak saydam bir kılıçla bize saldırdı” derler. Valdivia “Santiago bize yardıma geldi. Bundan böyle bu kasabanın adı “Santiago de la Nueva Extremadura’dır” der. Bu dev metropolün adı Santiago olarak kalır.
İspanyol İşgalinden Sonra
Tekrar İspanyol işgaline dönecek olursak, ondan sonra yaşananlar zaten çorap söküğü gibi devam etmiş. İspanyollar bölgedeki yerli halkı savaşarak ya da asimile edilerek yok etmiş. 1542’den 1818’e kadar İspanyol Peru Valiliğinin bir parçası ve topraklarında bulunan mineraller, yetişen tarım ürünleri ile İspanyolların önemli bir tedarik bölgesi olmuş. 1818’de Bernardo O’Higgins’in de komutanlarından biri olduğu ordunun İspanyol güçlerini yenmesi ile sonunda bağımsızlığını kazanmış. Böylece bölgede İspanyollara karşı bağımsızlığını kazanan ilk ülke olmuş. Aslında İspanyollardan kurtulmuş ama bu sefer de ABD’nin arka bahçesi olmuş. 1973/1990 Pinochet dönemine kadar pek çok iç savaş, darbe, baskı dönemi yaşamış. CIA’in desteklediği askeri bir cunta ile iktidara gelen General Augusto Pinochet’in askeri dikta döneminin faturasında 4.000’e yakın ölü ve kayıp, 100 binden fazla işkence, 200 binden fazla siyasi mülteci yer alıyormuş. Gördüğümüz kadarıyla her ne kadar üzerinden 30 yıldan fazla zaman geçmiş olsa da yaşanan acılar hala tazeliğini koruyordu.
Plaza de Armas
Sıra geldi şehri gezmeye. Şehrin planı 1541 yılında Valdivia’nın isteği üzerine adını pek bilmediğimiz bir başka kaşif olan Pedro de Gamboa tarafından tasarlanmış. İlk durağımız şehrin göbeği ve en büyük meydanı olan Plaza de Armas. Sömürge döneminde burada suçluların infazının gerçekleştirildiği bir dar ağacı bulunuyormuş. Şimdi meydana dikilmiş olan palmiye ağaçları ile yorgun düşen gezginlerle halkın ve sokak göstericilerinin mekanı. Şehrin kurucusu Pedro Valdivia’nın at üzerindeki gösterişli heykeli ve “Santiago” yazısı burada bulunuyor. Çevresinde pek çok otel, restoran cafe bulunan meydanın etrafı tarihi binalarla çevrili.
Tabi en gösterişli yapı Catedral Metropolitana. Valdivia tarafından yaptırılan ilk kilise yangın, deprem, sel gibi doğal afetlerle yıkılmış. Avrupa’da görmeye alıştığımız, ortaçağ katedrali görüntüsündeki neo klasik taş yapı ise 1748-1800 yılları arasında yapılmış. İçerisi yüksek tavanlı ve iyi aydınlatılmış. Bir Katolik kilisesi olarak sade, ancak yine de pek çok yerde gümüş ve altın süslemeler göz dolduruyor.
Baş Piskoposun malikanesi ise Katedralin hemen arkasında. Haşmetli ve şatafatlı yapının bahçesini gördüğünüzde mermer süslü havuzu ve heykelleriyle sıradan bir yer olmadığını anlıyorsunuz.
Parkın diğer kenarında Postane, Tarih Müzesi ve Belediye Binası bulunuyor. Museo Historica Nacional yani Tarih Müzesi, içinde Kolomb öncesi Sanat Müzesini de olan Museo Chileno de Arte Precolombino’yu da barındırıyor. Santiago’nun benim için en önemli yeri olan bu müze maalesef ülkede yaşanan karışıklıklar nedeniyle kapalıydı.
Plaza de Armas’ın çevresi araç trafiğine kapalı, uzun yürüyüş yolları ile çevrili. İstanbul’daki Tahta Kale gibi dar itiş kakış sokakları düşünmeyin gayet geniş bulvarlar şeklinde. Yürüyüş bulvarlarının etrafındaki tarihi binalarda birçok kamu kurumu bulunuyor. Bulvarların en ünlüsü marka mağazaların, lüks cafelerin olduğu Ahumada, adeta şehrin kalbi. Her yer tertemiz yürürken kendinizi Avrupa başkentlerinden birinde gibi hissediyorsunuz. Genelde şehir düzgün ve bakımlı ancak son olaylar nedeniyle bazı yerler kötü durumdaydı.
Palacio de la Moneda
Neyse biz şehrin görülmesi gereken yerlerinden biri olan ve yine bu yürüyüş yollarından birinin üzerinde bulunan Palacio de La Moneda yani Hükümet Sarayına doğru yürüyelim.
Neo klasik taş yapının inşasına 1784 yılında başlanmış. Şili Kraliyet Darphanesi olarak planlanmış. 25 yıl sonra tamamlanamadan açılmış. Kraliyet Darphane Binası Şili’nin bağımsızlığını kazanması ile birlikte Hükümet Sarayı olarak kullanılmaya başlanmış. General Pinochet’in 1973 yılında yaptığı darbe sırasında düzenlenen hava saldırısında binanın büyük bir kısmı hasar görmüş. Darbenin gerçekleştiğinde Hükümet Sarayında bulunan dönemin başkanı Salvador Allende teslim olmayı reddedip burada intihar etmiş. (Aslında Allende’nin intihar edip etmediği hala muamma) Sonunda Hükümet Sarayı 1981 yılında restore edilerek hem kullanıma, hem de ziyarete açılmış. Bir ayrıntıya dikkatinizi çekmek istiyorum. İspanyollara karşı savaşarak, 12 şubat 1818’de bağımsızlıklarını ilan edip, Şili Cumhuriyetini kuran Bernardo O’Higgins’in mezarı da burada bulunuyor.
Malum sıkıyönetim sebebiyle kapalıydı. Hükümet Sarayı askeri birlik tarafından koruma altına alınmıştı. Şehirde kaldığımız süre zarfında pek çok kez önünden geçtik ama bahçesine bile giremedik. Tek yapabildiğimiz Sinan’ın Hükümet Sarayının önünde görevli askerle fotoğraf çektirmesi oldu.
Iglesia San Francisco
Katedral açık olunca Şilinin en eski kilisesi Iglesia San Francisco da açık olabilir deyip oraya yöneldik. Gittiğimizde kilisenin önündeki cadde de kalabalık bir protestocu grup sloganlar atıp pankartlarla yürüyordu. Yine de karşıya geçip, kapısına ulaşabildik. Protestolardan nasibini alan Kilise’nin dış duvarlarına yazılar yazılmıştı. Kapısı açıktı ama içerde rahip acele ile insanları dışarı çıkarmaya kiliseyi boşaltmaya çalışıyordu. Biz de içerisini şöyle bir gördük ve rahip kapıları kilitledi. Neyse göz ucuyla bile olsa görmek bizi mutlu etti.
Municipal Theatre of Santiago
1853 Yılında yapımına başlanılan Municipal Theatre of Santiago yani Santiago Belediye Tiyatrosu ilk olarak 1857 yılında açılmış Bir çok yangın ve deprem geçirmiş. Şimdi şehrin en ünlü kültür merkezi “bari burada sergilenen bir oyunu izleyelim” dedik ama nafile burası da olaylar nedeniyle kapalıydı ve bulunduğumuz süre içinde ne kadar kontrol etsek de hiç açılmadı.
Parque Quinta Normal
Yenilen Pehlivan güreşe doymazmış hesabı her yer kapalı ama biz yine de bir umut Museo Nacional de Historia Natural ve Museo de Arte Contemporaneo’nun bulunduğu Parque Quinta Normal’e gittik. Tabi doğal olarak onlar da kapalıydı. Parkın içinde gitmeyi planlamadığım 2 müze de dahil toplam 4 müze vardı ve sadece Railway Müzesi açıktı, açık olmasına da giriş ücreti çok fahiş olunca bu sefer biz girmedik. Doğrusu Uyuni’de 5 kuruş para vermeden çok daha eski trenleri görmüş üstüne üstlük içine bile girmiştik. Hal böyle olunca biz de parkı gezdik. Yüksek ağaçların gölgelediği parkta halk günün yorgunluğunu atıyor, çocuklar parkta eğleniyordu.
Mercado Central
E ne yapalım biraz uzakta da olsa rotamızı Mercado Central’e çevirdik. Çok şükür halkın alış veriş yaptığı Pazar yeri açıktı. Çelik konstrüksiyon tarzı Pazar yeri 1872’de açılmış ve bizim görmeye alıştığımız klasik sebze, meyve halinden çok farklıydı. Sebze, meyve, balık, et gibi ürünler satılmakla birlikte menülerinde ağırlıklı deniz ürünü bulunan taverna tarzı yerler de bulunuyordu. National Geografhic tarafından dünyanın en iyi 5.Pazar yeri olarak seçilmiş. Ben onu bunu bilmem Vietnam’ın pazarları ile bizim köylü pazarlarımızın üstüne de Pazar tanımam!
Olaylar, olaylar …..
Bir Üniversite şehri olan Santiago’nun genç nüfusu çoğunluktaydı. Çok kalabalık oluşu, gökdelenleri, tarihi binaları, kozmopolit, kaotik yapısı ile İstanbul’u andırıyordu. Aslında gündüz her yer sakindi. Herkes işine gücüne gidiyor hayat olağan akıyor gibiydi. Bazen sürücüler araçlarının kornalarını, protestoyu desteklediklerini göstermek için durmadan çalıyor veya pankartlı bir grup slogan atarak sadece yürüyüş yapıyordu. Ama hava kararmaya başlayınca çoluk, çocuk ellerinde tencere, tava, pankartlarla akın akın olayların patlak verdiği Plaza Italia’ya ya da kendi bölgelerindeki toplanma yerlerine doğru yürümeye başlıyor ondan sonra geceleri olaylar patlak veriyordu. Yağmalamalar, ateşe vermeler….. bir sürü kötü olay. Biz hava kararmadan acele hostele dönüyor bu kötü olayları TV’den seyrediyor ve resepsiyondaki gençlerle konuşuyorduk. Sabahları mutlaka gideceğimiz yerlerin güvenlik durumunu öğrenip, o gün orada protesto olup olmadığına göre hareket ediyorduk.
Santiago’da kaldığımız 5 gün süresince sürekli internetten müzelerin açılıp açılmadığını kontrol ettik. Bu da yetmedi görmeyi çok istediğimiz müzelere bir ihtimal açılmış olabilir mi diye her gün gittik. ama maalesef hiç açılmadı. Çok merak ettiğimiz bu yerleri göremedik. Sanki Santiago bize kapılarını kapatıp “yine gelin, mutlaka bekliyorum sizi” dedi demesine de kısmet olacak mı bilmiyoruz!
Şehri gezmeyi bitiremedik ama arkası yarın diyoruz. Bir sonraki yazımızda Santiago’da gezmeye devam edip, ülkemizden çok uzaklarda büyük önder Atatürk’ün huzuruna çıkacağız.
Şimdilik hoşçakalın.
Gülçin Soytutan / Hayallerime Dokunmak, Youtube kanalımızdan da bu gezimizin videosunu izleyebilirsiniz. Bize destek vermek isterseniz Youtube kanalımıza abone olmayı unutmayın🤗
Hayallerinize dokunmanız dileğiyle….