Paracas Ulusal Parkı’ndan sonra istikamet 74 km. uzaklıktaki Huacachina Köyü oldu.
HUACACHİNA
Şimdi diyeceksiniz ki “Koskoca ülkenin şehirleri bitti, köyleri mi kaldı?” Evet, çünkü burası çölün içinde bir vaha. İca şehrine çok yakın. Şehrin arkasındaki kum tepelerinin içinde bir göl, etrafı palmiye ağaçları ile çevrili, masal gibi bir yer.
İnka efsanesine göre; Sevgilisinin ölümünün arkasından gözyaşı dinmeyen kadına, Tanrılar çok üzülmüşler. Sonunda onun gözyaşlarını göle çevirmişler. Eski İnka dili olan Quechua’ya göre Huacachina “Kutsal kadın veya ağlayan kadın” demekmiş.
Göl, yeraltındaki bir kaynaktan besleniyormuş. Suyunun yeşil renkli olmasını içinde bol miktarda bulunan mineraller sağlıyormuş. Romatizma, astım, bronşit gibi hastalıklara iyi geldiği için kaplıca olarak da kullanılıyormuş. Halkın suya girdiği, plaj benzeri bir sahili vardı. Biz oradayken kalabalık bir okul turu geldi. Her öğretmen grup grup çocukları suya sokmak, kum sörfü yaptırmak, uçurtma uçurmak gibi bir sürü faaliyet yaptırdı. Hepsi de çok şirinlerdi.
Köye gelen yerli ve yabancı turistler, köyün etrafındaki kumullarda kum sörfü ya da kum kayağı yapıyor, tepelerin üstüne tırmanıyorlardı. Ayrıca bölgede “dune buggy” dedikleri etrafı açık, Mad Max arabalarına benzeyen araçlarla kum sörfü yaptıran, çölde dolaştıran iki saatlik turlar vardı.
Biz de internetten günbatımı manzarasını da kapsayan bir tur satın almıştık. Turumuzun başlamasına bayağı bir zaman olunca tepeden etrafı seyredelim dedik. İyi ki de öyle yapmışız! Güneş tepemizde, kaya yuvarlana tepeye çıktık. Manzara çok güzeldi.
Dune buggy’ler ile tur yapanlar çığlık çığa bağırırken, sürücüler araçlarla kum tepelerinden deli gibi inip çıkıyorlardı. Önümüzde daha üç aylık bir program vardı ve Sinan, iki kere bel fıtığı ameliyatı olmuştu. Kendimizi riske atamadık. Parasını ödediğimiz halde turu iptal ettik. Firma da maalesef ücreti iade etmedi. Tüm yaptığımız faaliyetlerde bir tek bu tur bize uygun değilmiş. Ne diyelim sağlık olsun.
Huacachina’da bir gece kaldık. Çölde günbatımı ve gündoğumu manzaralarını tepelerden seyretmek çok özeldi.
Bundan sonraki durağımız Aeroqipa idi. 718 km.lik uzun bir yolumuz vardı. Uzun yolda iki tanede ziyaret edeceğimiz turistik nokta vardı.
ŞARAP TURU
Otobüsümüz iki katlı, konforluydu. Saat 13:00’te hareket etti. Ica şehrinin yanındaki vadiye yayılmış olan Pisco bağlarında bir çok şaraphane ve satış büroları vardı.
İlk durağımız 1856 yılından beri üretim yapan El Catador şaraphanesi oldu. Ürettikleri üzümlerin sıkımlarını, toprak anfora tarzı büyük küplerin içinde nerede, nasıl dinlendirdiklerini ve fermantasyon süreçlerini anlattılar. Sonra tadım salonunda şarap ve likör tattırdılar. Tabi müşterilerin sarhoş olmaması için de çok minik bardaklarda ikram ettiler. Oldukça kalabalık olan grubun çoğunluğu tatlı şarabı beğendi.
NAZCA ÇİZGİLERİ
İkinci durağımız olan Nazca çizgilerine gitmeden önce kısa bir bilgi vermek istiyorum. Nazca çizgileri; Nazca çölü ile And Dağları arasındaki alana kazılmış jeogliflere verilen ad. M.Ö.500 ile M.S.500 yılları arasında bölgede yaşamış olan Paracas ve Nazca uygarlıklarınca yapıldığı düşünülüyor.
Koyu renkli kaya zemin kazılıp alttaki açık renkli zemini ortaya çıkartılarak oluşturulmuş. Şimdilik 300 geometrik şekil, 800 düz çizgi, 70 hayvan ve bitki motifi bulunmuş. Dronlarla yapılan araştırmalarda yeni çizgi ve motifler bulunduğundan her geçen gün sayısı değişiyormuş. Motifler, o kadar büyük ki ancak tepeden bakıldığında görülebiliyor. Çizgiler 1926 yılında Perulu arkeolojist Toribio Mejia Xesspe tarafından keşfedilmesine rağmen ne olduklarının anlaşılması 1930 lu yıllarda üzerinden uçan uçaklar sayesinde olmuş.
Neden, ne için yapıldığı bilinmiyor fakat çeşitli teoriler var. Kimileri gökbilimi ile ilişkilendirirken, kimileri de doğa ayinleri ile ilişkilendiriyor. En ilginç olanı Erich Von Daniken’in teorisi. Daniken, çizgilerin uzaylılar tarafından uzay gemilerinin iniş pisti olarak çizildiğini öne sürmüş. Bunu 1968 yılında yazdığı “Tanrıların Arabaları” isimli araştırma kitabında ayrıntılı olarak bahsetmiş. Orta okul yıllarında rastladığım bu yazar beni her zaman çok etkilemiştir. Belki de antik çağlara olan tutkumu onun kitapları alevlendirdi.
Jeogliflerden 14 tanesini görebileceğiniz 20 dakikalık uçak turları var. Hem çok pahalı, hem de herkes görebilsin diye çok fazla akrobatik uçuş yaptıklarından pek çok kişi mide bulantısından görememiş. Biz de turumuzun bize göstereceği üç jeoglifi görelim yeter dedik.
Otobüsümüz Nazca çölüne doğru devam etti. Aslında Lima’dan itibaren Konya ovası gibi hep kurak, çorak topraklarda yol aldık. Gördüğümüz kadarıyla yolumuzun üzerindeki köyler yoksul, tarlalar çorak, hayvanlar cılızdı.
Otoban, Nazca çölünde dümdüz sarı bir arazinin içinde hiç bitmeyecekmiş gibi uzanıp gidiyordu. Tek tük araçla karşılaşmalarımız da olmasa manzara, evrenin ıssızlığında kaybolacakmışız hissi veriyordu.
Gün batmak üzereydi. Otobüsümüz birden durdu. Nazca çizgilerini görebileceğimiz kuleye gelmiştik. Tanrım, koca otobüs büyük bir heyecanla kendimizi dışarı attık. Rehberimiz önceden 180 m.lik dev kertenkele, 65 m.lik el, 65 m.lik ağaç jeogliflerini göreceğimizi söylemişti. Kuleye tırmanmak için sıra beklerken tekrar jeoglifler hakkında brifing verdiler. Sonunda büyük bir heyecanla biz de tırmandık.
Ağaç ve el jeogliflerini çok rahat gördük. Fakat dev kertenkelenin kuyruğunun ortasından otoban geçiyordu, kafası da kuleden epey ilerde olduğu için çok net göremedik. Gün ağaç jeoglifinin üzerinde batıyordu. Birden şimşek çaktı! Kırgızistan’da Saymalı Taş’ta gördüğümüz petrogliflere benzettim, sadece çok büyük çizilmişti. Bence Şamanizm’e inanan Paracas ve Nazca yerlilerince Nazca çölü kutsal alan, çizimleri ise doğa ayinlerini gösteriyordu. Üzgünüm Daniken amca seninle bu noktada aynı fikirde değiliz!
Hepimiz için çizimlerden, kuleden ayrılmak çok zor oldu. Rehber güç bela herkesi topladıktan sonra hareket edebildik.
NAZCA
Nazca şehri, çölün hemen çıkışında. Oldukça küçük bir şehir. Terminali yok. Hemen ana caddenin yanındaki sokakta aracımız park etti. Akşam yemeği için burada iki saat mola verdik. Restoranlar ana caddenin üzerindeydi. Plaza de Nasca’nın etrafındaki temiz görünen restoranlardan birini tercih ettik. Odun ateşinde kızarmış tavuk, çıtır çıtır patates yanında taze salata yedik. Çok lezzetliydi. Ondan sonra bütün Peru gezimiz boyunca kızarmış (asado) tavuk, patates bizim baş yemeğimiz oldu.
Meydandan müzik sesi geliyordu. Merakla kendimizi parka attık. Bir lise gösteri yapıyordu. Bizim de zamanımız daralıyordu. Yerel giysili, kostümlü kızları seyredip, biraz fotoğraf çektikten sonra otobüsümüze gittik.
Nazca’da inen yolcuların yerine yenileri bindi. Arequipa yolcuları olarak yola devam ettik. Kısa bir süre sonra huzur içinde uykuya daldık.
Bu günlük bu kadar. Beyaz Şehir’de buluşmak üzere hoşça kalın.
Hayallerinize Dokunmanız Dileğiyle…