PERU YOLLARINDA 5 (COLCA KANYONU)

Ertesi sabah dünyanın en derin ikinci kanyonu olan And Dağlarının eteklerindeki Colca Kanyonunda trekking yapacaktık. İhtiyacımız olan bir kaç parça eşya ile sularımızın olduğu sırt çantalarımızla hazırdık. Turumuz sabah saat 3:00’te bizi aldı. Başlangıç yerimiz olan Cabanaconde Köyü, şehirden 220 km. ilerdeydi. Servisimiz bizi; karlı dağlardan, 3.000/4.000 m.lik geçitlerden aşarak And Condorlarını görebileceğimiz seyir terasına getirdi.

AND CONDORLARI

Güney Amerika’ya özgü bir tür akbaba. Kanat uzunlukları 3 m.den fazla, ağırlıkları 12/15 kg arasında oluyormuş. Dünyanın en büyük uçan kuşları. Yaklaşık 75 yıl yaşıyor, tek eşli oluyorlarmış. Yuvalarını 5.000 m.lerde yapıyorlarmış. Yavruları iki yaşında yuvadan ayrıldığı için üç yılda bir yumurtluyorlarmış. Eşleri ölünce de intihar ediyorlarmış.

Güney Amerika yerlilerinin inançlarına göre ölümsüz olan Condorlar gök yüzünü temsil ediyormuş ve tanrıların elçisiymiş.

Condorlar, sabah erken saatlerde avlanırken daha rahat görülebildikleri için turlar sabah yapılıyormuş. Gittiğimizde oldukça büyük olan seyir terası ana baba günüydü. Biz de kalabalığa bodoslamasına daldık. 8/10 tane condor havada uçuyor, sonra gelişi güzel bir yerlere konuyorlardı. Şanslı olanlar yakından görebiliyordu. Biz de çok şanslıydık. 4/5 tanesi çok yakınımıza kondu. Erkek condorların tepesinde kırmızı ibik olması gerekiyormuş. Bizim gördüklerimizde yoktu, herhalde dişi ya da yavrulardı. Devasa kuşların havada süzülüşleri muhteşemdi.

Omlet, tereyağı ve reçelden oluşan sabah kahvaltımızı Chivay Köyünde yaptık. Çay, kahve ile birlikte yüksek irtifadan etkilenmemek için koko yaprağı da vardı. Sıcak su dolu bardağa istediğiniz kadar koko yaprağı atarak dinlendirip içiyorsunuz. Boz, bulanık çayın pek lezzetli olduğunu söyleyemem. Koko yaprakları kokain yapılan bitkinin yaprakları fakat uyuşturucu etkisi yok. Zaten Peru’da belli bir miktarda koko yaprağı taşımak, çiğnemek, çayını içmek yasal.

YÜRÜŞE BAŞLIYORUZ

Saat 9:00 civarında 3.350 m. yükseklikteki Cabanaconde Köyüne ulaştık. Turumuz 2 gece 3 günlüktü. Rehberimiz Sezar bizi bekliyordu. Fransız, Hollandalı, Alman çiftlerle birlikte toplam sekiz kişiydik. Diğer gruplar inanılmaz kalabalıktı. Saat 10:30 civarında eğrile büğrüle, döne döne inilen tek kişilik patikanın başındaydık. Yılın 300 günü güneşli olan kanyonda güneş kavurmaya başlamıştı. Yukarıdan manzara inanılmaz güzeldi. Çok fazla kaktüs çeşidi olan kanyondaki çakıllı patika otoban gibiydi. Başka gruplar da bizimle birlikte aşağıya iniyordu. Arada tırmanarak ters yönden gelenler de vardı. Birkaç kişinin ayağının kaydığını, düştüklerini gördük. Sıcaktan fenalık bile geçirmiş olabilirler. Saatler ilerledikçe ısı daha da arttı. Vadinin içinden Colca Nehri akıyordu. Nehrin yanında da verimli bahçeler vardı.

Yol kenarında stant açmış teyzeler değişik meyveler satıyorlardı. Biz de alıp yedik ama maalesef isimlerini hatırlayamıyorum. Toplamda 6,4 km. yürümüş ancak 1.051 m. iniş yapmıştık. Uzun zamandır yüksek irtifada bulunmamıştık. Her ne kadar hoşlanmamış olsak da aslında koko çayı iyi gelmişti. Saat 15:00 civarında 2.300 m. yükseklikteki San Huan de Chuccho Köyündeki hostelimiz Posada Gloria’ya ulaştık.

Oldukça basit olan hostelimizin hemen yanında ilkokul vardı. Evler etrafa dağılmıştı. Duş aldıktan sonra minik köyü gezip hostelimize geri döndük. Konuksever hostel sahipleri ise akşam yemeğinde bize basit lezzetli otantik yemekler ikram ettiler.

İKİNCİ GÜN

Ertesi gün rahat günümüzdü kahvaltımızı yapıp yola koyulduk. Neredeyse düz bir patikada ilerledik. Cuy Pelado, Cosnirhua, Malata Köylerinden geçtik. Yemyeşil vadinin içinde ağır ağır nehir akıyordu. Çeşit çeşit kaktüs, renkli çiçeklerle nefis manzaralar eşlik ediyordu.

Sezar yol boyunca bize kaktüsler ve bölge hakkında detaylı bilgi verdi. En ilginç olanı kaktüslerin üzerinde yetişen minicik mantarlardan kırmızı boya elde ettikleri oldu. Bölge halkı bu minik topçuklardan büyük gelir elde ediyorlarmış. Özellikle kozmetik sanayinde kullanılıyormuş.

Oasis de Sangalle Köyüne tepeden baktığımızda çoktan öğlen olmuştu. Vadiden aşağıya iniş kayalık, dik bir yokuştu. Bitimindeki kayanın üzerinde bir kadın oturuyordu. Rehberimiz kadınla konuştu. Biz selam verip devam ettik. Tepeden gördüğümüz yeşillik, tropikal bir vahaydı! Paraiso Las Palmeras Lodge’da kalıyorduk. Yemyeşil ağaçların arasındaki binaların ortasında palmiyeli termal havuz inanılmazdı. Etrafımızı çeviren kırmızı kayalıklar ayrı bir manzara sunuyordu. Toplamda 7,5 km. yürümüş 500 m.lik iniş, çıkış yapmıştık.

Odamız yine oldukça ilkeldi. Hatta kapısı kapanmıyordu fakat yanımızdaki hortumdan gürül gürül akan bir su vardı. Boşa mı aksın? Hemen bütün kıyafetlerimizi yıkayıp astık. Sonra da termal havuzunun keyfini çıkardık. Bu arada Sezar kan ter içinde geldi. Meğer gördüğümüz kadın da rehbermiş. Dün akşam grup getirirken rastladığımız yerde düşmüş. Büyük ihtimal bacağını kırmış. Kalkamayınca grubu hostellerine göndermiş. Geceyi orada geçirmiş. Çalıştığı şirket yardım göndermemiş. Ancak hastaneye geldiğinde yardım edebileceklerini söylemişler. Bunun üzerine Sezar köydeki diğer iki rehberi ayarlamış, üç kişi kadını yukarıya Cabanaconde’ye taşımışlar. Ambulansa bindirip dönmüşler. Dağlar kimsenin gözünün yaşına bakmıyor. En ufak hatayı da affetmediğinden çok dikkatli olmak gerekiyor.

ÜÇÜNCÜ GÜN

Ertesi sabah gün doğmadan yola çıktık. Sezar gün doğmadan yükselmemiz gerektiğini söyledi. Çünkü güneş doğduktan sonra aşırı sıcak oluyormuş. Saat 5:00’te hareket ettiğimizde kafa lambalı yürüyüşçüler ateş böceği gibi parıldayarak yürümeye başlamışlardı. Sıkı bir tırmanış yaptık. Toplamda 6 km. yürüyüp 1.090 m. yükseldik. Manzara geride kalsa da gözümüz hep arkada döne döne tırmandık. Saat 9:00’da Cabanaconde Köyünde kahvaltı yapacağımız mekandaydık. Yumurtadan, meyveye kadar her şey vardı. Sabahın 4:30’dan beri aç olunca hep birlikte kurtlar gibi saldırdık kahvaltıya.

Yürüyüşümüz bitmişti. Turumuza araçla devam ettik. Colca Kanyonu yaklaşık 100 km. uzunluğunda olunca aracımız değişik seyir teraslarında durdu. Kanyonun farklı yerlerini gözlemlememizi sağladı.

Yolumuzun üzerinde kaplıca bölgesi olan Yanque Köyü vardı. Colca Nehrinin kenarındaki kaplıcalar her türden insana hitap edecek şekilde düzenlenmişti. Lüks ya da halk tipi hangisini tercih ederseniz. Doğal olarak halk tipi olanında iki saat geçirdik. Isıları farklı dört havuz vardı. Güneş altındaki havuzların üzerine Allah’tan tente germişler. Yoksa çıkışta eriyik halinde olabilirdik. Sabah Cabanaconde’ye çıkışımızdaki terimizi burada attık. Sonra sinirleri alınmış kıyma gibi servisimize geri döndük.

Tam servise biniyorduk ki karşımızda bulunan 5.996 m. yükseklikteki halen aktif Sabancaya yanardağı kül ve gaz püskürtmeye başladı. Bizim için her şey oldukça ilginç ve farklıydı. Sürekli ağzımız beş karış açık sağa sola baktık kaldık.

Akşam üzeri Arequipa’ya ulaştık. Yorgunluktan bitkindik. Fakat ünlü yemekleri “rocoto relleno” yu denememiştik. Restoranları incelerken birden “İstanbul Restoran”ı gördük. Fast food yapıyorlardı. Yine de içeri girdik. Sahibi Türkmüş. Gittiğimizde yoktu. İkinci bir restoranı daha varmış. Diğer restoranına gittiğimizde restoran sahibini bulamasak da rocoto relleno’yu bulduk, Hemen sipariş verdik. O da ne? Tabağın içindekiler kırmızı biber dolması! Of büyük bir iştahla çatalı daldırıp bir lokma aldım. Önce çok güzel geldi, sonra şiddetli bir acı ile gözlerim yuvalarından fırladı. O kadar acıydı ki yutamadım. Neyse Allah’tan ekmek de getirmişlerdi. Güç bela yuttum. Bildiğimiz etli kırmızı biber dolması, ancak biber çok etli ve zehir gibi acı. Ben yiyemesem de Sinan büyük bir zevkle yedi. Böylece Arequipa’daki gezimizi acı bir şekilde bitirdik.

Sabah 5:45’te Peru Hop bizi bekliyordu. Yolumuz yine uzundu. Hayallerimize iyice yaklaşmıştık. Bu sefer son durağımız Cusco’ydu.

Cusco’da buluşmak üzere, hoşça kalın, dostça kalın.

Hayallerinize Dokunmanız Dileğiyle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir