PERU YOLLARINDA 6 (CUSCO 1)

Peru Hop’la sabah 6:00’da Arequipa’dan ayrıldık. İstikamet Cusco’ydu. Otobüsümüz iki katlı oldukça konforluydu. Yolumuz 500 km. olmasına rağmen varış saatimiz 21:00’di. Kahvaltı, öğlen yemeği ve bir de manzara için duracaktık. Duraklama süremiz üç saat olsa, dile kolay 12 saatlik yolumuz vardı. Yol uzun olunca düşünecek çok zamanımız oldu.

YOLCULUK

Güney Amerika tarihi hakkında kitaplardan öğrendiğimiz, 1492 yılında Kristof Kolomb’un Hindistan’a giderken yanlışlıkla Amerika kıtasını keşfettiği. Buna keşif demek ne büyük hata! İspanyollar kıtada yaptıkları katliamlarla halkı köleleştirmiş, dinlerini, dillerini değiştirmiş. En vahşi şekilde kıtayı sömürgeleştirmiş. Bence kitaplarda yazması gereken “İspanyolların çok büyük bir soykırım ve asimilasyon yapmış oldukları” olmalı.

Yolculuğumuza tekrar dönecek olursak, Arequipa’dan ayrıldıktan sonra dağlık, inişli çıkışlı, sarp yollardan geçtik. Manzaramız da artık Konya bozkırından Kaçkar yaylarına dönmeye başladı. Ormanlar, yeşil sulak arazi, verimli topraklar, bakımlı hayvanlar gördük.

Ama halkın yoksulluğu devam ediyordu. Artık yerel giysili halka da rastlamaya başladık. Bizim yerel sandığımız giysiler hakkında Eduardo Galeano “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” isimli kitabında “Yerlilerin tipik giysileriyle fotoğrafını çekmeye bayılan turistler bu giysilerin kendilerine 18. yy sonunda II Carlos’un zoruyla giydirildiğini bilmezler. İspanyolların yerli kadınları giymeye zorladığı elbiseler, Endülüs, Extremadura ve Bask köylülerinin yerel giysilerinden alınmıştır. Saçların ortadan ikiye ayrılmasını da Toledo Valisi buyurmuştur.” demekte. Kitabı okuyunca zorla giydirilen kıyafetleri görmek bize ayrı bir hüzün oldu.

CUSCO’NUN FETHİ

Cusco’nun yaşadığı bundan çok daha ağır hüzünler var. Cusco M.S. 900/1200 yıllarında yaşayan Killke yerlilerince kurulmuş. Daha sonra İnkalar, Killkelerin temellerinin üzerine kendi başkentlerini yükseltmişler. Yazıyı bulamamışlar ama onun yerine renkli iplere atılan düğümleri yazı yerine kullanmışlar. Bu düğüm sistemine de “QUİPU” demişler.

Din olarak gözle görülemeyen yaratıcı, tanrıların tanrısı Wiraqocha’ya inanıyorlarmış. Ay, şimşek ve dağları tanrı olarak kabul ediyor, güneşe tapıyor, İmparatorun da güneşin oğlu olduğuna inanıyorlarmış. Böyle yaşamışlar ta ki İspanyollar gelene kadar. İnka’da iç savaşın yaşandığı 1529-1532 yılları arasında 13. İnka İmparatoru Atahualpa, kardeşi Huascar’ı yenerek tahta oturmuş. Francisco Pizzaro ile adamları güneye doğru inmeye başladığında Atahualpa iç karışıklıkla o kadar doluymuş ki yabancıları önemsememiş. Pizzaro, Cusco yakınlarındaki Cajamarca’ya gelince İmparator ile görüşmek istediğini bildirmiş. İmparator 6.000 silahsız adamıyla gelmiş. İmparator ve adamlarını karşılayan Papaz Valvarde İmparatorun eline İncil’i verip, Hristiyanlığa geçmesini ve İspanya Kralına biat etmesini istemiş.

Güneşin Oğlu Atahualpa, ömründe ilk defa bir kitap görmüş. İyi de İnkalar İspanyolca, İspanyollarda Quechua ve Ayma dilini bilmiyordu. Peki, nasıl anlaşmışlardı? Tabi ki anlaşamadıkları için Atahualpa İncil’i yere atmış. İspanyolların arayıp da bulamadığı fırsatı ellerine vermiş. Pizzaro ile adamları saklandıkları yerden fırlayıp, dinsizlere saldırmış ve Güneşin oğlu Atahualpa’yı esir almışlar.

Ömürlerinde ilk defa at gören İnkalar üzerindeki beyaz tenli sakallı, demir zırhlı insanları Tanrı zannetmiş, Güneşin oğlu zarar görmesin diye hiç bir şey yapmamışlar. İspanyollar ise büyük bir katliam yapıp, silahsız İnkaları kılıçtan geçirmişler. İnkaların, Atahualpa zarar görmesin diye Pizzaro’nun bir oda dolusu altın, iki oda dolusu gümüş fidye talebini yerine getirmiş olmasına rağmen İspanyollar yine de İmparatoru bırakmamış. Sözde bir mahkeme ile imparator yargılanmış, hain ilan edilerek, yakılarak ölümüne karar verilmiş.

Reenkarnasyona inanan Atahualpa, yakılması halinde yeniden dirilemeyeceği için korkudan Hristiyanlığı kabul etmiş, Francisco Atahualpa adını almış. Yine de İspanyollara yaranamamış. İdam edilmiş. İnkalar, İspanyolların çelik kılıçlarından, tüfeklerinden, getirdikleri bulaşıcı hastalıklardan dağlara ve ülkenin iç kısımlarına kaçmışlar.

CUSCO

İnkaların yaşadığı acıları düşünerek, içimiz sızlayarak etrafı seyrederken zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Yolda rehberimiz sık sık yüksek irtifa ile ilgili sıkıntımız olup olmadığını sordu. Artık 3.000 ve 4.000 m.lerde yol alıyorduk. Sonunda hayallerimizin bile ulaşamayacağı kadar uzaktaki İnkaların başkentine ulaştık.

Geceyi rahat geçirdik. 3.400 m.lerde olmamıza rağmen, Arequipa ve Colca Kanyonunda kalışımız aklimatizasyonumuzu sağladığından yüksek irtifadan etkilenmedik.

Cusco’nun hava durumu ile ilgili bilgi vermek gerekirse gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkı çok fazla. Güneş olunca havanın sıcak olduğu, hava kararınca buz kestiği buralarda kat kat giyinmeye önem verilmeli. Bunun yanında atkı, bere ve eldiven bulundurulmalı.

Cusco şehir merkezinde, İnka döneminden kalan taş binaların üzerine yapılan Kolonyal binalarla, Arnavut kaldırımlı sokaklarında ağzımız bir karış açık baka baka yürüdük. Günlerden pazardı ve bazı kiliseler sadece Pazar günü ayin yapmak için açık oluyordu. Bu durumda pazar ayinini kaçırmamak gerekiyordu.

IGLESIA DE SAN PEDRO 

Karşımıza ilk çıkan İglesia de San Pedro  oldu. 1556 yılında, yanındaki hastanenin bir uzantısı olarak yapılmış. 1650 yılında yaşanan depremde hastanenin nerdeyse tamamı yıkılmış, fakat içi ve dışı da çok süslü olan taş, barok kilisesi kalmış.

IGLESIA DE SANTA CLARA

300 m. ilerde Iglesia de Santa Clara kilisesi yer alıyor, önünde yerel kıyafetler giymiş bir grup hazırlık yapıyordu. Bizde fırsattan istifade kilisenin içine girdik. Duvarlardaki aynalarla yapılan yansıma ve süslemelerle farklı bir ortam oluşturulmuştu. İçerisi oldukça kalabalıktı. İspanyol tarzı dantel başörtülü kadınlar, şık beyefendilerle doluydu.

PLAZA DE ARMAS

Kiliseleri gezdikten sonra Plaza de Armas’a ulaştığımızda bir tabur asker meydandaki töreni bitirmiş kışlalarına gidiyorlardı. Her Pazar bu tören yapılıyormuş. İspanyollar, İnkaların tapınaklarının ve saraylarının olduğu bu meydanın üzerine yerleşmiş. Basilica Cathedral del Cusco’nun inşası 100 yıl sürmüş. Katedral, üç kilise ve on üç şapelden oluşuyormuş. Kathedral’i müzeye çevirmişler, giriş ücretli. Hafta sonu ayini için ana kapıyı açmışlar ancak kapıda geliş amacınızı soruyorlar. İbadet için derseniz içeri alıyorlar. Salonun sadece bir yerini ibadet için ışıklandırmışlar, diğer tarafları karanlık. Mihrapta 1.200 ton gümüş kullanılmış. Her yer o kadar şatafatlıki katedralin içindeki hangi kilisenin mihrabı olduğunu anlayamadık. Fakat İsa ikonları Avrupa’daki gibi beyaz tenli değil yerliler gibi koyu tenliydi! Burada yerlilere “İsa’da sizden.” mesajı veriliyormuş. Yani sıkı misyonerlik yapmışlar.

Katedralin hemen yanında 1537 tarihinde yapılan Templo del Triunfo yani Zafer Kilisesi bulunuyor. Orası da müze olmuş. “Bas bas paraları Leyla’ya” modu yani.

SAN JERONİMO GÜNÜ

Plaza de Armas’ın etrafında gezinirken meydanda bir orkestra çalmaya başladı. Merakla o tarafa gittik. Meğerse 30 Eylül San Jeronimo günüymüş. Meydanda yürüyen grubun bir kısmı özel kıyafetler giymiş ve maskeler takmış San Jeronimo’nun Katedralden aldıkları ikonunu taşıyor, bir kısmı da orkestra eşliğinde dans ediyordu. Turistler, Plaza de Armas’ın bahçesinde oturmuş güneşleniyordu. Bütün gün oraya buraya koşturmaktan çok yorulduğumuz için kendimizi meydana attık ve seremoniyi izledik. Biraz sonra yürüyüş yapan grup ara sokakta kayboldu.

Biz de eylül ayının güneşinde hem ısındık hem dinlendik diyecektim ki yine bir orkestranın ezgileri yaklaşmakta olan başka bir grubu müjdeledi. Bu sefer farklı kıyafetler giymiş kadınlı, erkekli gruplar dans ederek yürüyorlardı. Aslında çok dans ettikleri söylenemezdi, üç/dört yaş kız çocukları gibi bir sağa bir sola dönerek büzgülü eteklerini çeviriyorlardı. Fakat bu kortejin niye yürüdüğünü öğrenemedik.

Cusco şehri ile ilgili anlatılacak çok anımız var. Şimdilik bu kadar olsun.

Görüşmek üzere, hoşça kalın.

Hayallerinize Dokunmanız Dileğiyle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir