Şili Gezi Günlükleri 5 (Santiago 2)

Türkiye’den 15.000 km uzakta Şili’nin başkenti Santiago’da hayallerimize dokunmaya devam ediyoruz.

Ülkedeki sıkıyönetimden dolayı Santiago’nun görülmesi gereken yerler ve müzeler kapalı olunca rotamızı şehrin park ve bahçelerine çevirdik.

O zaman ilk durağımız 15 milyon yıllık bir sönmüş volkan olan ve tarihi öneme sahip Santa Lucia Tepesi.

Santa Lucia

Öncelikle Santa Lucia kim ve bu tepeye neden bu isim verilmiş ona bir göz atalım. Santa Lucia yani Azize Lucia, Romalıların korkunç baskılarına rağmen Hristiyanlığın yeni yayılmaya başladığı M.S. 283 yıllarında Sicilya’da zengin ve soylu bir ailenin kızı olarak doğmuş. Ebeveynlerini erken yaşta kaybetmiş. Koyu bir Hristiyan olan genç kız, Romalıların baskıları nedeniyle yer altında saklanmak zorunda kalan Hristiyanlara geceleri gizlice yardım götürüyormuş.

Çok parlak mavi gözlerine aşık olan Romalı putperest soylu bir genç onunla evlenmek istemiş. Lucia kabul etmemiş fakat çevresi ve talibi o kadar fazla ısrar etmiş ki bu baskıya dayanamayan genç kız gözlerini oyup bir tabak içinde delikanlıya göndermiş. Ancak mucizevi şekilde gözleri tekrar oluşmuş. Bunun üzerine delikanlı Romalılara, Lucia’nın Hristiyan olduğunu ihbar etmiş. Romalılar yakalanan genç kızı, Hristiyanlara ibret olsun diye öldürmek istemiş, bunun için çeşitli yöntemler kullanmalarına rağmen ölmemiş, en son kılıçla kafası kesilerek öldürülebilmiş. İşte bu azizeyi anmak için Hristiyan aleminde 13 Aralık, Santa Lucia Bayramı olarak kutlanıyormuş.

Santa Lucia Tepesi

Şimdi Şili’ye dönecek olursak Pedro de Valdivia 13 aralık 1540 tarihinde yani Santa Lucia Bayramında yerlilerle yaptığı savaşı kazanarak bu tepeyi ele geçirmiş ve o günün anısına tepeye Santa Lucia adını vermiş. Adamları ile birlikte tepenin eteklerine yerleşmiş. Daha sonra 1541 yılında bu tepede Santiago şehrini kurduğunu resmen ilan etmiş. Tepe çok uzun yıllar gözetleme kulesi, askeri garnizon, bir dönem de astronomik gözlem evi olarak kullanılmış. 1872 yılında Vali Vickuna Mackenna tarihi önemine istinaden tepeyi geniş bir park alanına çevirmiş. O gündür bu gündür artık halka açık bir park ancak etrafı çevrili ve kapılarında güvenlik görevlileri bekliyor.

Ana giriş kapısından girdiğimizde Valinin yaptırdığı çeşitli heykeller, süslemelerle yapılan Neptün çeşmesi bizi karşıladı. Bir parkta beklemediğimiz kadar büyük şatafat vardı. Adını Roma döneminde şehit edilen Lucia’dan alan parkta, Roma mitolojisindeki deniz tanrısı Neptünü anlatan bir çeşmenin bizi karşılaması bana çok ironik geldi.

Neptün çeşmesinden itibaren ağaçlar ve çiçeklerle çevrili taş merdivenlerden tırmanmaya başladık. Tırmandıkça şehir manzarası daha bir görünür olmaya başladı. Zirveye yakın bir yerde su çiçeği gibi pandemi dönemlerinde misyonerler tarafından ibadet ve dua noktası olarak kullanılan bir alan var. Daha sonra buraya küçük bir şapel yapılmış. Şapel’in hemen yanında Başpiskopos Manuel Vicunya Larrain’in anıtı var. Bazalt kayalıkların üzerindeki şapelin kapısı kapalı olduğu için ziyaret edemedik. Tam tepede yine bazalt kayalıkların üzerinde bulunan küçük kale ya da gözetleme kulesi bütün şehrin manzarasını gözler önüne seriyor. Ondan sonra tepenin diğer tarafına geçiyor yine heykeller havuzlar içindeki parkın çıkışına ulaşıyorsunuz. Biz gündüz vakti gittiğimiz için sıkıntı olmadı ama hava kararınca burada çok yankesicilik, hırsızlık yapılıyormuş. Gece gece böyle bir yere geleceğinizi hiç düşünmüyorum ama yine de bir bilgi veriyim istedim.

Mustafa Kemal Atatürk Anıtı

Şimdi sıra geldi bizim için Santiago’daki en önemli yere. Yani Şili Konsolosluğumuz ve Santiago Belediyesi işbirliğiyle dikilen Mustafa Kemal Atatürk anıtına. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni tanıyan ilk Latin Amerika ülkesi olan Şili, cumhuriyetin 50. Yılında şehirdeki bir parka Atatürk rölyefi, hemen altındaki açıklama ve bayrağımızı temsil eden ay yıldız motifleriyle çok anlamlı bir anıt dikmiş.

Burası bizim kaldığımız yerden biraz uzakta olduğu için sabah erkenden kalkıp metro ile gittik. Tertemiz parkta kocaman fıskiyeli bir havuzun yanında mutluluk ve gururdan gözlerimiz yaşardı. Atatürk rölyefinin altında, İsmet İnönü’nün sözlerinden esinlenerek yazılan Atamızı anlatan İspanyolca açıklamayı okuduk.

“ Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, vatanın fedakar ve sadık hizmetkarı, benzeri olmayan kahraman, insanlık idealinin canlı emsali.

Bütün hayatını Türk Milletine vakfetmiş, milletine kendi ruhunu, ateşini vermiştir.

Hatırası milletinin ruhunu ateşli tutan sönmez bir meşale olarak yaşamaktadır!”

Sinan’la o kadar heyecanlandık ki Atatürk’ün huzurunda bayrak açıp birbirimizin fotoğraflarını çekmeye doyamadık. Heyecanımız yoldan geçenlere de sirayet etmiş olmalı ki onlar da “verin telefonunuzu” deyip hem bizim telefonumuzla, hem de kendi telefonlarıyla fotoğraflarımızı çektiler. Uzun süre bu güzel parktan ayrılamadık.

Şili Meydanı Ankara

Bize bu kadar değer veren ülkenin başkentinin kardeş şehri neresi dersiniz? Tabii ki Ankara ve Ankara’da da bu dostluğa adanmış bir meydan var. 18 eylül 1970 tarihinde törenle açılan Şili Meydanı’nın içinde Bernardo O’Higgins’in büstü ve altında “Bernardo O’Higgins 1778-1842 Şili’nin kurtarıcısı 12 şubat 1818 tarihinde Şili’nin bağımsızlığını ilan edip 1817-1822 yılları arasında ülkeyi yönetti ve Cumhuriyetin ana kurallarının temellerini attı” açıklaması yer alıyor. Bu açıklama bana çok kuru ve duygusuz geldiğinden çok üzüldüm. Dönemin yöneticilerini esefle andım. Aslında bütün Ankaralılar etrafında bulunan restoranları, özel mekanlarıyla bu meydanı bilir. Bence Ankara’nın en güzel noktalarından biridir.

Büyük öndere veda edip, buradan 722 hektarlık devasa alanıyla belki de dünyanın en büyük kentsel parklarından biri olan Santiago Metropolitan parkına doğru yürümeye başladık.

Costanera Center

Yolumuzun üzerinde olan Costanera Center, bir alış veriş merkezi. Yanında bulunan 3 gökdelenle bir iş ve ticaret merkezi kompleksi olarak planlanmış. 2013 yılında tamamlanarak kullanıma açılmış. Kompleksteki Gran Torre Santiago isimli gökdelen 300 m. yüksekliği ve 24 katı ile Latin Amerika’daki en yüksek bina unvanına sahip. En tepedeki seyir terasından şehir panaromik olarak görülebiliyormuş. Bize hiç cazip gelmedi. Neden mi? Bir alışveriş merkezlerini sevmeyiz, iki zaten şehri kuş bakışı görebileceğimiz Metropolitan parktaki San Cristobal tepesine gidiyoruz. Burada boşuna zaman kaybetmeyelim deyip, sevimsiz binanın fotoğraflarını çektikten sonra yolumuza devam ettik.

Metropolitan Park

1966 yılında kullanıma açılan, 722 hektarlık devasa Santiago Metropolitan Park, Konut ve Kentsel Kalkınma Bakanlığı tarafından yönetiliyor. Parkın kenarlarında bahçeli çok güzel evler var. Ondan sonra park başlıyor. Yürüyüş ve bisiklet yolları, 2 büyük açık hava yüzme havuzu, temalı bahçeler, çocuk parkları, kafe, restoranlar, büyük bir kilise ve hayvanat bahçesi olan yemyeşil parkta çok fazla ağaç bulunuyor. Tabi alan çok büyük olunca ulaşım teleferik ve finikülerle sağlanıyor. Biz Oasis Teleferik İstasyonunun yakınındaki girişten girdik. Hemen de teleferiğe binmek istemedik. Mevsim ekim sonuydu yani güney yarım küre için ilkbahar başlamıştı ama doğa daha tam uyanmamıştı. Buna rağmen her yer yemyeşildi. Bu güzellikleri biraz daha yakından görebilmek için patikalardan yürümeye başladık. Önümüzde Japon Bahçesi vardı. İlk hedef olarak orayı seçip ilerledik.

Nikahtan kovulduk!

Yolumuzun üzerinde bulunan lüks kafenin terasından müzik sesleri geliyordu kafenin önündeyse aceleyle içeriye giren çok şık aileler vardı. Dikkatle bakınca içerideki gelin ve damat dikkatimizi çekti. Evet Santiago’da bir gelin yakalamıştık. Terasa bahçeden giriş yaptık. Nikah kıyılıyordu ve içerisi çok kalabalıktı. Uzaktan, kimseyi rahatsız etmeden onları izlemeye başladık. Niyetim nikah bitip, fotoğraf merasimi başlayınca fotoğraf çekmek için izin istemekti, ve dünya gelinleri koleksiyonuma Santiagolu bir gelin eklemekti. Ama hevesim kursağımda kaldı çünkü bizi gören kokoş yaşlı bir teyzenin etraftaki garsonlara gidip bir şeyler söylediğini fark ettim. Sonra garson yanımıza gelip “nikah töreninin davetlilere özel olduğunu söyledi ve çıkmamızı rica etti”. Biz de derhal çıktık. Kimsenin böyle özel bir gününü mahvetmek istemeyiz. Eğer gelin ve damada ulaşabilseydik inanıyorum ki bize itiraz etmezlerdi, kaknem teyze bizi niye istemedi anlayamadık.

Nikahtan kovulduk diye üzülecek değildik yola devam kısa bir tırmanışın ardından Japon Bahçesine ulaştık. Küçük bir bahçe özel tasarlanmış ancak içinin bitkileri henüz tam canlanmadığından beklentimi karşılamadı.

Yürümeye devam yaşlı ve yüksek ağaçların arasında, kuş sesleri içinde ikinci parkımız olan Mapulemu’ya ulaştık. Oradan da Estacion Tupahue’ye geçtik. Aslında burada çok büyük bir açık hava yüzme havuzu varmış ancak henüz açılmamıştı.

San Cristobal

Hedefimiz olan San Cristobal tepesine gelmeden önce Aziz Cristobal’ı tanıyalım. Gerçekten yaşayıp, yaşamadığı konusu biraz karışık ama kısaca hikayesi şöyle: İri yarı yakışıklı bir soylu olan Offerus (başka isimlerle de anılıyor) çok Tanrılı dinden ayrılıp, en büyük tanrıya kendini adamak istemiş, bir gün karşısına çıkan keşişe Tanrıya nasıl ulaşabileceğini sorunca, keşiş ona oruç tutmasını, ibadet etmesini söylemiş. Offerus “Bunu yapamayacağım ama yapabileceğim başka bir şey var mı?” diyince Keşiş onun iri yapısına bakıp bu sefer, azgın bir nehirden karşıdan karşıya geçmek isteyenlere yardım edebilceğini söylemiş. Bu öneriyi kabul eden Offerus böylece insanlara yardım etmeye başlamış.

Günlerden bir gün nehrin karşısına geçmek isteyen küçük bir çocuğu sırtlamış ancak ağırlığı altında o kadar ezilmiş ki güç bela karşıya geçebilmiş. Bu duruma çok şaşıran Offerus’a çocuk, adının İsa olduğunu ve kendisiyle birlikte dünyanın tüm dertlerini taşıdığını onu kutsadığını söyleyip aniden ortadan kaybolmuş. O yüzden Offerus’a İsa’yı taşıyan anlamına gelen Cristopher ya da Christobal adı verilmiş. Bu olaydan sonra Hristiyanlığı yaymak için gittiği Likya’da kafası kesilerek şehit edilmiş. (Hadi buyrun yine geldik Türkiye’ye!)

San Cristobal Tepesi

Hristiyan mitolojisine göre değişik şekillerde anlatılsa da San Cristobal hala yük taşıyanların, yolcuların, gezginlerin koruyucu azizi olarak kabul ediliyormuş. Büyük ihtimal ta İspanya’dan kopup gelen Valdivia ve adamları da o yüzden bu tepeye Aziz Cristobal adını vermiş.

Buraya kadar tırmanarak geldiğimiz için biraz yorulmuştuk. Sevinçle teleferiğe atladık. Tepelerden Santiago’yu seyrederek parkın 3. en yüksek zirvesi olan San Cristobal zirvesine geldik. Burası 850 m. yüksekliği ile şehri 300 m. yukarıdan kuş bakışı görmek için ideal.

Zirve noktasında Fransızlar tarafından 1900’lü yıllarda hediye edilen, 22 m. boyunda Meryem Ana heykeli nerdeyse şehrin her yerinden görülüyor. Heykelin altında Papa II. John Paul’ün Santiago’ya geldiğinde şehri kutsadığı küçük bir şapelle dışarıda da ayin yapabilmek için büyükçe bir amfitiyatro var.

Tepede bu kutsal alanın dışında çok sayıda gözlem evi var. Bunların telsizleri bence çevre kirliliği oluşturuyor.

Gördüğümüz kadarıyla hem turistler hem de halk tarafından çok ilgi çeken tepe çiçekleriyle en bakımlı, en özenli korunan bölge.

Burayı da gezdikten sonra Papa II. John Paul’ün yolunu takip ederek finikülerle tepeden aşağı inip Metropolitano Parkının gezmesini bitirdik.

Böylece yazımızın da sonuna geldik.

Gelecek yazımızda Büyük Okyanus’un sahillerinde gezmeye şöyle bir okyanus havası almaya ne dersiniz?

Şimdilik hoşçakalın.

Gülçin Soytutan / Hayallerime Dokunmak, Youtube kanalımızdan da bu gezimizin videosunu izleyebilirsiniz. Bize destek vermek isterseniz Youtube kanalımıza abone olmayı unutmayın🤗

Hayallerinize dokunmanız dileğiyle….

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir