Şili Gezi Günlükleri 6 (Santiago 3 ve Vina del Mar)

Şili’de, Büyük Okyanus’un kıyısında hayallerimize dokunmaya devam ediyoruz.

Olaylar, Olaylar …..

14 ekim 2019’da başlayan hükümet karşıtı protesto gösterileri bizim ülkede bulunduğumuz 15/30 Ekim tarihleri arasında iyice artmıştı. Devlet Başkanı Pinera ilk başta protestolara karşı hoş görüşüz yaklaştığı için özür dilemiş, metro bilet fiyatlarını geri almış ve yeni ekonomik paket açıklamıştı ama halk, bunun gelir eşitsizliği için yeterli olmadığını savunuyordu. Bu kapsamda 23/24 Ekimde binlerce işçi genel grev yaptı. Sonunda 25 Ekim Cuma gecesi dananın kuyruğu koptu. Santiago’da yaklaşık 1 milyon kişi protesto gösterisi için yürüyüş yaptı! Aynı gün Valparaiso’daysa göstericiler Kongre binasına girmeye çalışmış, o sırada binada bulunan siyasetçiler ve yetkililer güvenlik koridoruyla çıkarılabilmişti. TV’den izlediğimiz kadarıyla bazı yerlerde göstericilerin arasına karışan provokatörler yağmalamanın dışında kundaklama da yapmıştı. Polis yine orantısız güç kullanmış, ölen ve yaralananların dışında çok sayıda tutuklama da yapmıştı.

Valparaiso’ya Gidemiyoruz!

Veee biz 26 Ekimde Valparaiso’ya gitmeyi planlamış, hostelimizi de ayarlamıştık. Niyetimiz 1 gece 2003’den beri Dünya Kültür Mirasına alınmış, bu ünlü bohem liman şehrinde kalmak ve Dünyaca ünlü Nobel Ödüllü Şair Pablo Neruda’nın buradaki evini, şehrin renkli binalarını, grafitili sokaklarını görüp, Vina del Mar’a geçmekti. Ancak olaylar öyle ayyuka çıkmıştı ki şehre giriş çıkışlar bile polis kontrolüne alınmıştı. Kalacağımız hostele “Ne yapacağımıza karar veremedik. Şehirde durum nasıl?” diye mesaj attık. Gelen cevap çok açık ve netti. “Maalesef şehrimizde olaylar çok fazla. Can güvenliğiniz için rezervasyonunuzu iptal etmeniz halinde herhangi bir ücret talep etmeyeceğiz” oldu. Anladık ki adamlar kibarca gelmeyin diyorlar. Yapacak bir şey yok rezervasyonumuzu iptal edip, günübirlik olayların henüz etkilemediği Vina del Mar’a gittik.

Vina del Mar

Vina del Mar, Valparaiso’nun hemen yanında bir tatil beldesi. Santiago’yla aralarında yaklaşık 130 km. gibi kısa bir mesafe olunca şehirler arası otobüsle gittik. Sabah ilk otobüse bindik. Saat 10.00 gibi şehirdeydik. Şehrin meydanında 8/10 genç ellerinde tencere, tavalar, pankartlarla yine hükümeti protesto ediyorlardı. Ancak diğer insanlar pek olaylarla ilgilenmiyor kendi işleriyle meşgullermiş gibi görünüyorlardı.

Terminalde indikten sonra doğruca okyanus kıyısına doğru yürüdük. Karşımıza çıkan ilk yer şehrin ünlü çiçekli saati “Reloj de Flores” oldu. Parkın hemen ilerisinde bulunan Caleta Abarca Plajı Büyük Okyanus’la ilk buluştuğumuz yer oldu. Ve ilerdeki Valparaiso sahili uzaktan çok net görülüyordu. Aslında 2 şehir birbirinden bağımsız olarak kurulmuş fakat zaman içinde neredeyse iç içe geçmiş. 2 şehir arasında minibüs, metro hattı ile ulaşım sağlanıyor.

Hem okyanus havası almak hem de şehri daha iyi tanımak için kıyı boyunca yürümeye başladık. Gördüğümüz kadarıyla Vina del Mar lüks otellerin hatta kumarhanenin bile bulunduğu çok düzenli, temiz, bakımlı refah düzeyi yüksek bir şehirdi, henüz protestolar buraya sıçramamıştı. Okuduğum kadarıyla Valparaiso’ysa işçilerin fazla olduğu bohem bir şehirdi, burada protestolar patlak vermişti. Görünen o ki Valparaiso halkı gelir düzeyindeki eşitsizlikler ve hakları için mücadele ediyordu. Vina del Mar‘daysa Şehirde karşılaştığımız gençlerden başka hükümetten talebi olan pek kimse yoktu.

Pelikanlar

Biz böyle hayran hayran bir yandan lüks restoran, cafe ve evleri diğer yandan okyanusu izlerken tepemizde uçan pelikanları fark ettik. Onları izleyerek ilerlediğimizde kayaların üzerinde onlarca pelikanın bulunduğunu gördük. Kıyıya yakın olan kayalık, insanların ulaşmayacakları mesafede olunca kuşlar da rahat rahat kayaların tepesine tünemişti. Pelikanları uzunca bir süre izledikten sonra, sahilde bulunan Castillo Wulff yani Wulff Kalesine yöneldik.

Castillo Wulff

Alman kömür tüccarı Gustavo Wulff tarafından 1906 yılında Neo-Tudor tarzında yaptırılmış. Bir ayağı denizde, sırtını karaya yaslamış kuleleriyle, 2 katlı ilginç bir yapı. İçini gezebilir miyiz diye sağına soluna baktık ama kapı ve pencereleri sıkıca kapalıydı. Binada yaşam belirtisi göremedik. Ne kapısında, ne de etrafında ziyarete açık olması ya da ne amaçla kullanıldığı hakkında bilgiye rastlamadık.

Sahil boyunca yürüyüşe devam ettik. Şehrin ortasından geçip okyanusa dökülen Estero Marga-Marga Nehrinin üzerindeki köprüden sahilin diğer tarafına ulaştık. Nehir kıyısında da çok bakımlı, denize nazır, lüks apartmanlar vardı. Velhasılı kelam şehrin gelir düzeyi yüksek görünüyordu.

Sonunda Vina del Mar’ın meşhur uzun kumsallarına ulaştık. Önümüzde uzanan Acapulco Plajı ve Güneş Plajı gençlerin gündüz güneş ve okyanus arkasından çılgın gece partilerine katıldıkları yerlermiş. Kıyı boyunca cafe-bar tarzı yerler vardı ama ekim Şili için ilkbahar olduğundan henüz açılmamışlardı. Zaten kumsalda da güneşlenenler olmasına rağmen okyanusa giren çok azdı.

Okyanus kıpırtısız ve sakindi. Çıplak ayak kıyıda yürüdük. Aslında belki yüzeriz diye içimizde mayolarımız, çantalarımızda havlularımız vardı ama yüzen pek kimse olmayınca cesaret edemedik. Okuduğum bir yazıda okyanusta gelgitler ve dalgalanmalar fazla olduğundan plajlarda yüzenleri uyarmak için sirenler çalındığı, güvenli olmadığı yazıyordu.

Küba’dan bir anı

Yıllar önce Küba’ya yaptığımız gezimiz sırasında Baracoa’nın bir plajında okyanusa girdik. Okyanus seviyesi belimizin altındaydı, zaten kıyıdan kıyıdan yüzüyorduk. Birden nasıl olduysa bir dalga bizi açığa aldı. Kıyıya doğru yüzüyoruz ama yaklaşmak ne mümkün dalga deli gibi bizi açığa çekiyor. Nasıl olduysa sürüklendiğimiz yerde deniz tabanının yüksek olduğu bir kayalığa ulaştık da canımızı zor kurtardık. Nerdeyse boğuluyorduk! Ha bu bize ders oldu. Öyle Türkiye’deki gibi her gördüğümüz ıslaklığa girmiyoruz!

Okyanus sefamızı da yaptıktan sonra terminale geri döndük. Oradan da ilk otobüsle ver elini Santiago dedik. Şehre geldiğimizde vakit erkendi. Öyleyse şehri gezmeye devam.

La Chascona

Nerde kalmıştık? Nobel ödüllü ve Nazım Hikmet adına Barış Ödülü almış Şili’nin yetiştirdiği en büyük edebiyatçı Pablo Neruda’nın Valparaiso’daki evini göremeyince hadi Santiago’daki evi La Chascona’yı görelim dedik. La Chascona karışık saçlı anlamına geliyormuş ve Neruda eşi Matilde’nin saçlarına atıf yaparak eve bu adı vermiş. 67 yaşında, Pinochet darbesinin ardından 24 Eylül 1973’te prostat kanserinden öldüğü açıklaması yapılmış. Ancak Pinochet Döneminden sonra öldürüldüğü kabul edilmiş. Şimdi evi müze olarak halka açılmış. Sıkıyönetimden dolayı burası da kapalıydı ama hiç olmazsa dışarıdan gördük.

Bellavista

Neru’da’nın evinin bulunduğu Bellavista, duvarları birbirinden güzel grafitilerle süslü, gündüzleri sakin ama geceleri hareketli bir çok lüks bar ve restoranın bulunduğu Santiago’nun en popüler yerlerinden biri. Canlılığı görmek için gece gelmek lazım, burada hayat gece başlıyor. Gündüz gittiğimizde sokaklar bomboştu. Bellavista ayrıca Üniversitelerin, yurtların olduğu Hükümet karşıtı protesto olaylarının patlak verip, her gece halkın toplandığı Plaza Italya’nın da bulunduğu bölgenin içinde yer alıyor. Hal böyle olunca gece buraya gitmeye cesaret edemedik.

Şehrin tam ortasından geçen Mapocho nehrinin biraz ilerisinde bulunan öğrencilerin başlattığı ama artık tüm halkın katıldığı isyanın merkezi Plaza İtalia’yı da görmeden geçmeyelim dedik ama geniş bir polis çemberi altındaydı. Yollar kesilmişti. Gösteriler sırasında polis burada göz yaşartıcı bomba ve plastik mermi kullandığından göstericiler barikat kurmuşlardı. Herkes kendi alanında aportta bekliyordu. Ancak uzaktan bakabildik. Meydanda insanlar vardı ama oraya nasıl girebildiklerini anlayamadık.

Parque Forestal

Şehir çok güzel planlanmış. Neredeyse tüm nehir kıyısı ormanlık alan ve parklara ayrılmış. Her yer yemyeşil. Plaza İtalia’ya giremeyince bizde Mapocho kıyısında bulunan Parque Forestal’e yöneldik. Şehrin nerdeyse göbeğinde bulunan parkta binlerce yaşlı ve yüksek ağaç bulunuyordu. Koşan, yürüyen, bisiklete binen, köpeğini gezdiren ya da oturmuş dinlenen insanlarla doluydu. Parkın içinde bulunan Güzel Sanatlar Müzesini son bir umut açılmış olabilir mi diye kontrol ettik ama kapıları kilitliydi.

Santiago’da, bize yüzünü göstermedi. Görmeyi umduğumuz pek çok yeri dışından görebildik. Babaannem “dayak bile nasipse yenir” derdi. Ne yapalım bizimde nasibimiz bu kadarmış.

Gelecek yazımızda Puerto Varas’a gidiyoruz. 1 hafta buradayız.

Şimdilik hoşça kalın

Gülçin Soytutan / Hayallerime Dokunmak, Youtube kanalımızdan da bu gezimizin videosunu izleyebilirsiniz. Bize destek vermek isterseniz Youtube kanalımıza abone olmayı unutmayın🤗

Hayallerinize dokunmanız dileğiyle….

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir