KIRGIZİSTAN 3 (SONG KOL-BOKONBAEVO-ALA ARCHA)

Ülkenin %65’ini Tanrı Dağları oluşturunca; Kazerman, Song Kol arası dağ yolu stabilize, oldukça virajlıydı. Hoplaya zıplaya yemyeşil vadilerden, yaylalardan geçtik. Hayvancılık yaygın olduğundan, çok fazla sürü ile karşılaştık. Sisler içindeki at sürüleri en masalsı olanıydı. Karlı dağların çevrelediği 3.346 m.lik Molladağ aşıtını geçerek Kırgızca Song Kol’a bize göre Son Göl’e ulaştık.

SONG KOL

3.140 m. yükseklikte bulunuyor. Kırgızistan’ın en büyük tatlı su rezervi. Etrafı dağlar, gür otlaklarla çevrili. Yılın sekiz ayında ulaşım yok. Haziran-Eylül aylarında halk hayvanlarıyla yaylalara geliyor. Issız, bakir bir bölge. Elektrik jeneratörle sağlanıyor. İnternet çekmiyor. Dünyadan uzak.

Ulaştığımızda sis inmiş, yağmur yağıyordu. Kalacağımız boz üyler (kıl çadır) hazırlanmıştı. Önce Kırgız mantısı ikram ettiler. Çok ince hamura sardıkları bıçak arası kıyılmış et, soğan, baharattan oluşan haşlanmış mantıları bayağı büyüktü. Yanında bir de yoğurdu olsaydı! Hava baya soğuktu. Taslarda içtiğimiz sıcacık çayların tadına doyamadık.

Yemekten sonra yağmur azalmış, sis dağılmıştı. Göl kenarında atlar bizi bekliyordu. Gitmek için “Çuv, Juv” gibi bir şey, durmak içinde “Tak” deyin dediler. Bıraktılar! Allah’tan Türkiye’de azıcık ata binip, bir şeyler öğrenmeye çalışmıştık. Ayaklarımızla karnını dürtüp “Çuv, Juv” filan deyip başladık gölün kenarında yürümeye. Atlar bize alışık olmayınca yürümek istemediler. Kıyıp karnına kuvvetli vuramadım. Bir saat yalvar, yakar dolandık. Attan indiğimizde güneş pırıl pırıl parlamış, hava açılmıştı. Göl kenarında piknik yapanlar vardı. Biraz yürüyüş yaptık. Rengarenk çiçekler göz kamaştırıyordu. Birden eski bir dosta rastladım. “Edelweiss” yani “Alp Yıldızı”! GTA “Büyük Alp Geçişi”nde yükseklerde rastladığımız bu çiçek Alplerde koruma altında. Peki burada ne işi vardı? Araştırınca ana vatanının Moğolistan olduğunu, son buzul çağında Alplere uzandığını öğrendim. Eski dostun kat ettiği yollara çok şaşırdım!

Tekrar yağmur başlamıştı. Büyük boz üyde toplandık. Kaldığımız yerin sahibinin annesi, gelinleri, oğlu yerel şarkılar söylediler. Küçük kızları dans etti. Yemekten sonra kımız ikram ettiler. Tedbir amaçlı; pişmeyen, soğuk şeyleri yiyip, içmem. Bu sefer şeytana uydum! Şifa niyetine bir çay kaşığı içtim.

Yatmaya giderken yağmur dinmişti. Ay, yıldızlar sanki dokunabileceğimiz kadar yakında pırıl pırıl parlıyordu. Kalacağımız boz üyde sobamız yanmış, içerisi sıcacıktı. Yün yatak, yorganlarımızda sabaha kadar deliksiz uyuduk. Gün doğmadan kalktık. Atlarla tepedeki petrogliflere gidecektik. Binmeden önce atlarla ilgili çekincelerimi anlattım. Kafa sallayıp “Tamam” dediler. Neyse herkes atına bindi. Düştük yollara. “Cuv” diyorum “Juv” diyorum yok, hayvan yürümek istemiyor. Güç bela tırmandık. Zemin taşlı. Nasıl oldu anlamadım, at  birden iki dizinin üstüne çöktü. Kendimi yerde buldum! Nihan’ın söylediğine göre ayağı taşa takılmış. Ben de üstünden kibarca yuvarlanmışım. Elim ayağım kesildi. Rehber geldi. Baktı iyiyim. Apar topar tekrar bindirdi. Tırmanışa devam ettik. Petrogliflerin bulunduğu tepenin manzarası inanılmaz güzeldi. Karlı dağların arasındaki yemyeşil çayırların içinde Song Kol gümüş tepsi gibi parlıyordu. Atlardan inip, kaya resimlerini araştırdık. Dağ keçisi, kurt, geyik motifleri vardı. Çıkışım gibi inişim de zor oldu. Hayvanın ikide birde ayağı takıldı. Tökezledi. Sinan’ın söylediğine göre hayvanın arka ayağında sıkıntı varmış. Hem onun için korktum hem kendim için. İki saat sonra aşağıya indiğimizde titriyordum. Akşam içtiğim kımız da bağırsaklarımda halay çekmeye başlamıştı. Kendimi tuvalete zor attım. Yalnız değilmişim. Herkes de aynı sıkıntı varmış.

Buralarda tuvalet sahra tuvaleti şeklinde. Çevirdikleri alanın içine çukur kazıp, üzerine asma zemin koyuyorlar. Köy tuvaletlerimizin ilkel şekli. Yılın üç mevsimi kar altında olan bir yer için mükemmel çözüm.

BOKONBAEVO

Song Kol’dan Bokonbaevo’ya giderken Tanrı Dağlarının muhteşem görüntülerinin eşlik ettiği ıssız stabilize virajlı yollarda gözlerimiz Ergenekon’u arayarak uzun bir yolculuk yaptık.

Issık Göl kıyısındaki kasaba, Çolpan Ata’nın neredeyse tam karşısında. Fakat onun gibi popüler değil. Sessiz, sakin.

1.600 m. yükseklikte bulunduğundan Song Kol’a göre en az on derece daha sıcaktı.

Kamp alanımız, yeni kurulmuş. Keçeden yapılmış boz üylerimiz pırıl pırıldı. Geç gidince ertesi gün göle girmeye karar verdik. Yemekten sonra, ateş başında müzik dinletisi vardı. Dört kişilik aile, yerel enstrümanlarını çalıp, söylediler.

Kahvaltıdan sonra Issık Göle gittik. Ilık gölde yaprak kıpırdamıyor, güneş parlıyordu. Sodalı sularına bıraktık kendimizi. Girişte soğuk geldiyse de çıkmak istemedik. Gözlerim Aymatov’un beyaz gemisini aradı. Romanlarında anlattığı köpek, deve, kurt, çocuklar, sanki bir yerlerden çıkacak gibi geldi. Issık’a zor veda ettim.

SALBURUN-KARTALLA AVLANMA

Kırgızlar eskisi gibi kartallarla avlanmıyorlarmış. Ancak Bokonbaevo’da bir kartal eğiticisi (bürkütçü) varmış. Nursultan! Eğittiği kartallarla, temsili olarak nasıl avlandıklarını gösterdi. Sadece “Tunuk” dedikleri dişi kartallarla avlanıyorlarmış. 15/16 yaşına geldiğinde doğaya salıyorlarmış. Gerçekten ilginçti.

BURANA

Karahanlı Devletinin ilk başkenti Balasagun, Issık Gölü ile Bişkek yolu üzerinde bulunuyor. Döneminin kültür merkezi olmuş. Çu ovasında kurulan şehirden günümüze toprak sarayın temel taşları ile bir minare kalmış. Değişik motifli tuğlalardan yapılmış minare, gözetleme kulesi olarak da kullanılmış. Kırgızca minare demek olan “Burana”, tarihi şehrin adını unutturmuş! Minarenin alt kısmında kime ait olduğu bilinmeyen bir türbe varmış. Ziyarete kapalı olduğu için onu göremedik. Dışarıdan merdivenlerle küçük kapısına ulaşıp, oradan tepesine çıktık. Oldukça dik, karanlıktı.

Müzenin bahçesinde ülkenin değişik yerlerinden toplanan balballarla, petroglifler vardı. Balballar çok güzeldi.

Küçük müzesinde bulunan petrogliflerde Süryanice yazılı, haç işaretli taşlar vardı. İpek yolundan geçen veya bölgede yaşayan Hristiyanlarca yapılmış olduğu düşünülüyormuş. Ayrıca dört İncil yazarından biri olan Matta’nın cenazesini Romalılardan kaçırarak Issık Gölü kenarına gömdüklerine dair bir metin varmış. Haç işaretli kayaların da onlarla ilgili olduğu düşünülüyormuş!

 

ALA-ARCA MİLLİ PARKI

Bişkek’e 40 km. mesafedeki milli parkın 3.000 m.nin üzerinde beş zirvesi bulunuyor. 4.550 m.de bulunan Uçi-Tel zirvesine tırmanmak için Milli Parka gittik. Hafiften yağmur başlamıştı. Hava, Raztek kampına kadar sürekli değişti. Rus rehberimiz Vladimir ile 2.100 m.lerden tırmanışa başladık. Ardıç ağaçlı patika belirgindi. Ak Say nehrinin, Ala Archa nehri ile birleştiği vadiyi seyrederek yükseldik. İki noktada nehirden geçtik. Kar yoktu. Patika gittikçe dikleşti. Kaya tırmanışı bile yapmamız gerekti. Her yer yemyeşildi. Bitki örtüsü Kaçkarlara benziyordu. Saat 10:00’da yürüyüşe başladık, saat 16:00’da 3.300 m.deki kampa vardık. İki oda da yan yana ranzalardan oluşan dağ evinde, yemek verdiler. Sabah 04:00’de kalktık. Kahvaltıdan sonra tırmanışa başladık. 4.000 m.ye kadar sıkıntı yoktu. 4.000 m.den sonra kayaların arasında kar başladı. 4.100 m.de buz, üstü kardı. 4.200 m.ye kadar dayandık. Zirveye 350 m. kala riskli bulup, dönme kararı aldık. Çünkü kask, kazma ve kramponumuz yoktu. Gelmeden önce rehbere “Ne lazım?” diye sormuştuk. “Gece için uyku tulumu.” demişti. Karı, buzu görünce itiraf etti. Uçi-tel’e iki yıl önce tırmanmış. “Karın erimesi lazımdı.” filan dedi. Ne kadar kızsak da can güvenliğimiz için kampa geri döndük. Eşyalarımızı alıp, araçların bizi beklediği başlangıç noktamıza devam ettik. Ulaştığımızda saat 17:00 olmuştu. 13 saat yürümüş, 900 m. yükselmiş, 2.100 m. alçalmış zirve yapamamıştık!

Ala-Arça, Kırgızistan gezimizin de son durağıydı. Aklımız Tanrı Dağlarının göremediğimiz güzelliklerinde kaldı. Tekrar görebilmek dileğiyle ayrıldık. Şimdilik hoşçakalın.

Hayallerinize Dokunmanız Dileğiyle…

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir