MEKONG DELTASI VİETNAM

Vietnam, kuzeyden güneye ince uzun bir ülke. Kuş uçuşu 1.600 km. Böyle olunca ikliminde de çok büyük farklılar oluyor. Güney kısmı kuzeybatı muson yağmurlarının etkisinde bol yağış alırken, güney kısmı dört mevsimi yaşayabiliyor. Bizde güneyin sıcakları artmadan, kuzey kısmının da bu arada ısınması için turumuza Ho Chı Mınh şehrinden başladık.
Aklınızda bulunsun! Havaalanı şehre çok yakın. Otobüsler var. Üstelikte çok ucuz.
Bizim için Vietnam gezisinin asıl başlangıcı Mekong deltasıydı.
Gitmeden The Sinh Tour’dan Hanoi’ye kadar olan tüm otobüs, tren biletlerini, katılmak istediğimiz tüm turları satın almıştık. Hem fiyatları çok iyi, hem de çok memnun kaldık. Şirketi size tavsiye edebilirim.
Veee büyük başlangıç. “GÜNAYDIN VİETNAM!”
MEKONG DELTASI
Saat. 7.30’da tur otobüsümüz kalktı. Avusturalyalı, Hong Konglu, Alman birde biz toplam dört çifttik. İki saatlik yolcuğumuz sırasında pirinç tarlalarını, küçük köyleri, Mekong nehrinin kollarını gördük. En ilginç olan; kimisi lotus şeklinde yuvarlak, kimisi pagoda şeklinde anıtsal, kimisi sade mezarların sular içinde ki pirinç tarlalarında bulunması idi. Sıcaklık 29-30 derece oldukça nemliydi.

CAİ BE
Hayat burada gün doğmadan canlanıyor. Özellikle yüzen marketler sabah 6.00 da başlamış oluyor. Cai Be’ye ulaştığımızda market dağılmak üzereydi. Bir kaç küçük tekne kalmıştı. Tropikal meyveler satan teyzenin teknesini gezdik. Adını söylediği, anlamadığımız değişik meyvelerden yedik. Hepsi çok lezzetliydi.
Deltada toprak alan çok kısıtlı. Mekong nehri karaları parça pinçik bölmüş. Az sayıdaki evleri Venedik tarzı direkler üzerine yükselterek yapmışlar. Muson zamanı nehir taşıp, her yeri sular altında bırakınca halkın fazlada bir seçeneği kalmamış. Verimli toprakları, nehri terk etmek istemeyen halk, yaşamak için teknelerini yüzen ev, yüzen markete çevirmiş. Satıcılar, alıcıların mallarını uzaktan görebilmesi için ne satıyorlarsa onları teknenin önündeki direğe asıyorlar. Mesela muz, tatlı patates, karpuz, çiçek gibi. Teknede yatıyor, yemek yapıyor her türlü ihtiyaçlarını görüyor, ulaşımlarını sağlıyorlar.
Nehir inanılmaz geniş, derin. Her yerinde rastlayabileceğiniz asalak nilüfer gibi bitkiler var. Sanıyorum kökleri çok uzun. Zaman içinde kopanlar tekrar başka bir yerde tutunup yaşamaya devam ediyorlar. Leylak rengi çok güzel çiçekleri var.
Nehrin üstünde çok az topraklı yada topraksız seralar var. Çeşitli sebze, meyve, çiçek üretimi yapıyorlar. Ayrıca dalyanlarda balık, inci için istridye, midye gibi deniz canlıları yetiştiriyorlar.
Küçük bir köyü ziyaret ettik. Arıcılık yapıyorlardı. Ilık yeşil çaya, bir kaşık bal, limon suyu ekleyerek yaptıkları bal çayını tattık. Hindistan cevizli misafir şekeri, pirinç yufkası, patlamış pirinç yapımını izledik. Öğlen yemek yediğimiz yerde otantik müzik dinledik. Kadınların sesi çok tiz mızmız, erkeklerin sesi sert, toktu. Şarkıları yayarak, kapı gıcırtısı gibi bir müzik eşliğinde, ront şeklinde söylediler. Müzik, sesler kulağımıza hiç tanıdık gelmedi. Yemekler fena değildi. Çorba ile kızarmış tatlı patates en güzeli oldu. Yemekten sonra tekne ile Vinh Long’a geldik. Burada kısa bir şehir turu yaptık. Üç saatlik otobüs yolculuğu ile Chau Doc’a ulaştık. Yol boyunca sebze, meyve plantasyonlarından, köylerden, pek çok köprüden geçtik. Hatta bir yerde arabalı vapuru kullandık.

CHAU DOC
Güneyde Kamboçya sınırına en yakın olan şehirlerden biri. Oldukça büyük. Su yolu ile Kamboçya’ya geçmek isteyen yada oradan gelenler bu şehirden geçiyorlar.
Hava o kadar sıcaktı ki dükkanların dış cephelerinin camlı kapıları komple açıktı. Duvarlarda sevimli semenderler geziyordu. Güneyde en çok dikkatimi çeken kuyumcu dükkanları oldu. Pırıl pırıl vitrinlerinde bilezikler, takılar satılıyordu. Onlarında dış cepheleri açıktı. Bir farkla önünde korumalar bekliyordu.
Firma bize şehir merkezinde yeni restore edilmiş temiz bir otel ayarlamıştı. Akşam yemeği de onlardandı. Lonely Planet’in önerdiği dış cephesi olmayan bir lokantaya götürdüler. Akşam olduğu için ışıklar yanmıştı. Masanın üstündeki ışığın etrafında milyonlarca karıncamsı sinek uçuyor, yemeklerin içine konuyordu. Çok lezzetli olabilir ama manzara korkunçtu. Fazla bir şey yiyemedik. Bizde şehri keşfetmeye çıktık. Otelimizin tam karşısında bir pagoda vardı. Nasıl kalabalık, iğne atsan yere düşmez! Bizde gecenin ilerleyen saatlerinde biraz tenhalaşınca gezdik. Daha çok açık hava pagodası gibiydi. Nehir kıyısı boyunca park vardı. Yürüyüş yapanlar, piyasa yapanlar oldukça kalabalıktı. Asya ülkelerinde parklarda spor yapmak çok yaygın. Burada da dövüş sanatı üzerine spor yapıyorlardı. Her yerin sporu farklı. Mesela Ho Chı Mınh’in parklarında orta yaşlılar yelpazeleri kullanırlarken, gençler rap tarzı müzik ile spor yapıyorlardı. Hanoi de ise tamamen farklı daha ziyade klasik dans ediyorlardı. Yolumuzun üzerindeki Şiva’nın kadın haline taptıkları bir pagodayı ziyaret ettik.
Ertesi sabah 6.00 da kahvaltımızı yaptık. Erkenden yola çıkacaktık. Aracımızı beklerken davul, zil sesleri duyduk. Hemen ileride müzik eşliğinde, iki büyük canavarın dört kişi tarafından dans ettirdiklerini gördük. Sonra rehberimiz açıkladı canavarın adı Unicorn. Baştan söyleyeyim bildiğimiz tek boynuzlu at değil. Köpek benzeri bir yaratık. Tapınaklarda, saraylarda da heykelleri olan, koruyuculuk yapan bir canavar. Yeni açılan bir dükkana şans getirsin diye dans ediyorlarmış. Bayıldık çok güzeldi.

 

CHAMLAR
Tur bizi Chau Doc’ta yaşayan Müslüman Chamların mahallesine getirdi. Venedik tarzı ahşap evler iç içe geçmiş. Muson mevsimde üst yolları kullanıyor, kurak mevsimde aşağı yolları kullanıyorlarmış. Kadınların hepsinin başları örtülü, içlerinde kara çarşaflı olup yüzü görünmeyenlerde var. Rehberin anlattığına göre kız çocuklarını okutmuyorlarmış. Kendi aralarında yaptıkları evlilikler görücü usulü ile oluyor, nikah camide kıyılıyormuş. Ölülerini naylona sarıp dik olarak gömüyorlarmış! Galiba toprağın yetersiz oluşundan. Yılda bir kere mezar başında yemek veriyor, ölüleri anıyorlarmış. Daha sonra bir fotoğraf sergisinde gördük. Beyazlar giymiş erkekler mezar başında yemek yiyorlardı. Sanıyorum bahsettiği arife günleri yapılan kabir ziyaretiydi. İnternette de Chamların sadece Cuma namazı kıldıklarını, orucu üç gün tuttuklarını, sünnetin eğlence olarak yapılıp fiilen yapılmadığını yazıyordu. Bunları doğrulunu teyit etmeyi çok isterdim ama konuştuğumuz kişilerin İngilizceleri satış odaklı bir kaç kelimeden oluşuyordu.
Yoksul görünümlü mahalle ile uyumlu olmayan yeni bir camisi vardı. Mübarek Mosque, Hintli Muhammet isimli bir şahıs yaptırmış. Oldukça güzel, gösterişliydi. Hemen yanında da mezarlık alanı yer alıyordu. Rastladığımız kadınlar yemek, satış yapıyor, bez dokuyorlardı. Ekonomik olarak karışık bir toplumdu. Kolu bilezikli zengin kadınlar olduğu gibi çok yoksullarda vardı. Genç erkeklere rastlamadık. Bir kaç yaşlı dede kapılarının önünde oturuyordu. Otuz beş günlük Vietnam turumuzda dört, beş dilenci ya gördük ya görmedik. Ne acı ki burada Müslüman çocuklar dileniyorlardı!
LADY TEMPLE
Daha sonra Sam dağının eteklerinde ki Lady Temple’a gittik. Tapınak yollarında ki insan selinden ilerlemek çok zor oldu. Rehberimiz cüzdan, fotoğraf makinaları için uyardı ama çok şükür kazasız belasız gezdik. Yabancı Turist yok denecek kadar azdı. Halk, Buda’ya çuvallarla pirinç, bütün pişmiş domuzlar, kilolarla meyve, tenekelerle yağlar, çiçekler… hediye ediyordu. Hediyeler, görevliler tarafından hemen paylaşılıp ortadan kaldırılıyor. Anında başka birisi başka bir adak getiriyordu. Bu paylaşımı gördükleri halde o yoksul insanlar yine de hediye bırakıyorlardı! Nasıl hızlı bir sirkülasyon anlatamam. İnsanlar, sahte paraları, Buda dan istediklerini yazdıkları kağıtları bahçedeki metal, büyük sepetlerde dilekleri olsun diye dua ederek yakıyorlardı. Ayrıca bahçesinde ki sinek yiyen yamyam bitkide çok ilginçti.

TRA SU FOREST
Kısa bir yolculuktan sonra ABD’nin savaş sırasında kimyasal silahlarla mahvettiği, hatta yok ettiği mangrov ormanlarına geldik. İlk önce iki kişilik kayıklarla bataklıkta ilerledik. Birbirinden güzel endemik nilüferleri, su kuşlarını gördük. Daha sonra küçük motorlu kayıklarla ilerledik. En sonda uzun kayıklarla nehirde gezdik. Son elli yılda tabiat kendini onarmış. Her yer tekrar yeşillenmişti. Yeşilin bin bir rengini görmek, kuşların ötüşünü duymak bizi mutlu etti. Çok kalabalıktı ama grubumuzdan başka yabancı turiste rastlamadık.

CAN THO
Öğlen yemeğinden sonra araçla Can Tho’ya geçtik. Nehir kıyısında on numara beş yıldız bir otele yerleştik. Rıver Resort Otel. Akşam otelde üç etkinlik vardı. Birinde çok tatlı bir gelinin yemekli düğünü vardı. Diğerinde geç yılbaşı tarzı yemekli bir etkinlik vardı. Nerdeyse hepsi erkek olan grup çok kalabalıktı. Sonuncusu bir yaşındaki kız çocuğunun doğum günü partisiydi. Az sayıda çocuğun yer aldığı, kalabalık yemekli bir partiydi. Bize de yemeği otelde verdiler. Çok lezzetliydi.
Akşam night market’e götürdüler. Bir şey yoktu. Bizde şehri gezdik. Can Tho, bölgenin en büyük şehirlerinden biri. Kıyı boyunca park yapmışlar. Halk buralarda geziyor, spor yapıyordu. Birde “Halk Müziği Festivali” ne rastladık. Yerel giysileri içinde gençler türküler söylediler. Yolumuzun üzerindeki Ong Pagoda gece olmasına rağmen açıktı. İçerisi tütsü, yakılan dua ve sahte paralardan duman altıydı. Kadınlar heykellerden birinin önünde üç kere iki tahtayı sallayıp yere attılar. Sonrada yan tarafta normal giysili bir adamla konuşup para verdiler. Tabi biz bir şey anlamadık. Birlikte gezdiğimiz Hong Kong’lu çift, attıkları tahtanın para gibi iki yüzü olduğunu, dileklerinin gerçekleşip/gerçekleşmeyeceğini gösterdiğini, konuştukları adamın kahin olduğunu söylediler. Bütün yolculuk boyunca iki kere kahinlere rastladık. Ender bulunuyorlar herhalde.
Ertesi sabah 6.00 da kahvaltı yapıp şehir merkezindeki limana geldik. Nasıl kalabalık anlatamam. Tüm parmakları yüzüklü, iki kolu da dirseklerine kadar altın bilezikli bir kadın bağrış çığlık teknelere binişi organize ediyordu. Neyse lütfedip güç bela tekne verdi de yüzen markete doğru yola çıkabildik. Cai Rang yüzen markete ulaştığımızda saat 7.30 civarıydı. Nehrin üstünde ürün satan tekneler, alış verişe gelmiş tekneler, bizim gibi meraklı turist tekneleri ile ana baba günü olmuştu. Ürününü bitiren tekneler Pazar yerinden ayrılıyordu. Suyun üstünde renkli bir kargaşa hakimdi. Allahtan nehir çok geniş olduğundan hiç sıkıntı olmadı.
Marketten sonra nehrin içindeki adada bulunan bir köye gittik. Egzotik meyveleri; hem ağaçlarında gördük, hem de tadına baktık. Her yer yemyeşil pirinç tarlasıydı. Sivrisinek fazla yoktu. Mekong sulak olduğu için börtü böcek çok olur diye düşünmüştüm ama Sinan’ın bir, iki ısırığın dışında bir şey yaşamadık.
Tekne ile en son Vinh Long kasabasına geldik. Yine uzun bir otobüs yolculuğu ile Ho Chı Mınh’de ki otelimize ulaştık.
Her yerin pirinç tarlası oluşu, hiç işlenmemiş toprağın olmaması, çok yoksul evlerin, çok zengin mermer süslemeli şatafatlı evlerin olması, tapınaklar kadar, kiliselerinde çok olması yol boyunca dikkatimi çekti.
Yine çok gevezelik yaptım.

Hayallerinize Dokunmanız Dileğiyle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir