AMSTERDAM İLE KÜÇÜK KÖYLER

Herkese merhaba! Sizlere Hollanda’nın bazı küçük köyleri ile Amsterdam’ı anlatayım istedim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Amsterdam’ı Keşfetmek

Hollandalıların söylediği “Tanrı dünyayı yarattı, Hollandalılar Hollanda’yı” değiminin en güzel halini Amsterdam’da görebiliyorsunuz. Yaklaşık 400 yıl önce küçük bir balıkçı köyü olan Amsterdam’ın gelişmesi, 1222 yılında Amstel nehrinin bataklık kıyılarına kurulan barajla başlamış. Kentin adı Amstelledamme (Amstel nehri barajı) nın kısaltması olarak zaman içinde Asterdam’a dönüşmüş.

Şehri keşfetmenin en güzel yollarından biri “I Amsterdam” kartlarından almak. 24, 48, 72 saatlik olan kartlarla hem sınırsız şehir içi ulaşımı sağladığınız gibi, hem kanal turu, hem de birbirinden güzel müzeleri ücretsiz yada indirimli olarak gezebiliyorsunuz.

Şehrin en önemli kanalları olan Herengracht, Keizersgracht, Prinsengracht ‘ın iki kenarında birbirinden güzel evler ile köprüler sıralanıyor. Kanal turunda bu güzelliklerle bütünleşiyorsunuz.

Müzeler

Şehirde bir çok müze var. Bence en önemlilerinden birisi Rijksmuseum. Rembrandt, Vermeer, Jan Steen, Frans Hals gibi Felemenk ustaların eserlerini görebiliyorsunuz. Sakın! “zaten ben resimden anlamıyorum, ne gerek var” gibi bir düşünceye girmeyin çünkü ustaların kullandığı renkler çizimler o kadar mükemmel ki ağzınız beş karış açık “vaaay müthiş” demekten kendinizi alamıyorsunuz. Tabi resimlerde anlamadığımız bazı mesajlar olabiliyor. Ben de “aman, o kadar kusur kadı kızında da bulunur” deyip geçiyorum. Bu müzenin en değerli eserlerinden biri Rembrandt’ın “Gece Bekçisi” tablosu. Büyük salonun baş tacı şeklinde asılmış. Etrafı sürekli resmi inceleyen meraklılarla veeee öğretmenleri ile birlikte, öğrencilerle dolu. Öğretmenler hemen hemen bütün resimlerin önünde durup ressamların hayatı, teknikleri üzerine bilgi veriyor, daha sonra önünde bulundukları resim hakkında anlatım yapıyor, bazen de sorular soruyorlar. Hem öğrenciler, hem öğretmenler o kadar ilgiler ki hiç kimsenin dalga geçme arzusu yok. Kıskanmadım desem yalan olur. Bizim eğitim sistemimizde maalesef resim yada diğer sanat dallarına hiç önem verilmediği gibi değerde verilmiyor.

Bir diğer önemli sanat koleksiyonu Van Gogh Museum’da bulunuyor. Toplum olarak, her ne kadar sanattan anlamasak ta “dahi deli” olarak tanımlayabileceğimiz Vincent Van Gogh’un ölümünden sonra, kardeşi Theo tarafından toplanan tabloları bu müzede sergileniyor. Müzelere mutlaka sabah erken saatlerde girmeye özen gösteriyorum. Buraya da, sabah erken gittik. Gittiğimizde kalabalık bir ana sınıfı öğrenci grubu öğretmenleri ile lobide yerlere oturmuştu. Biraz ileride çok şık giyinmiş orta yaşlı iki bayan bağıra çağıra müzede gezmeye, onların önünde gösteri yapmaya başladılar. Daha sonra öğretmenlerden birisi öğrencilere sordu “yanlış olan nedir? Müzede nasıl davranılması gerekir?” Çocuklar yanlışları ve doğruları söyledikten sonra, aynı şık bayanlar gösterilerini müzede davranılması gerektiği şekilde davranarak tamamladılar. O kadar hoştular ki bayıldım. Çocuklara uygulamalı eğitim yapılıyor, kuru kuru anlatılmıyor. Keşke bizim ülkemizde de olsa diye Van Gogh’un renklerine, tekniklerine baka baka, hayıflana hayıflana gezdim müzeyi.

Kaçırılmaması Gereken Gizli Mekan – Begijnhof

Şehrin bir başka ilginç mekanı ise Begijnhof. 14. yüzyıldan itibaren savaşa giden, dönemeyen askerlerin eşleri ile bekar genç kızlar için kral tarafından yaptırılan, zenginlerin finanse ettikleri evler ile kiliseler topluluğundan oluşuyor. Yani bir tür sosyal yardım sistemi. Begijntje rahibeleri, Katolik olmakla birlikte, istedikleri zaman ayrılıp evlenebiliyorlarmış. En son 1971 de ölen rahibeden sonra asıl amacı sonlanmış. Halen Begijnhof ta bulunan evler, yine bekar kadınlar için ev olarak kullanılmaya devam etmekte imiş. Tamamen kapalı bir avluda bulunan evlere özel bahçe kapısından içeri giriyorsunuz. İçeride ki kocaman bahçeyi, kilise ile evleri görünce şaşırıyorsunuz. Son derece sessiz, her yer yemyeşil çimenler, ağaçlar, çiçeklerle dolu. Şaşkın ziyaretçileri, şehrin gürültüsünden uzak, dinlendiriyor. Beginhof’un 34 numaralı evi, Amsterdam’ın en eski ahşap evi. Her yerde olduğu gibi Beijinghof’ta da ilginç bir hikaye var. Rahibe Cornelia Arents, ailesinin Protestanlığı seçmesine çok üzülmüş. Affedilebilmesi için öldüğü zaman kiliseye değil, kilisenin bahçesindeki hendeğe gömülmek istemiş. Rahibe, 2 mayıs 1654’te vefat ettiğinde vasiyetine uyulmayarak tabutu kiliseye bırakılmış. Ancak ertesi gün tabut mucizevi bir şekilde gömülmek istediği yerde bulunmuş. Şimdi kilisenin yan tarafında, rahibenin gömülü olduğu yerde adının yazılı olduğu bir plaka var. Küçük bir şey, biraz dikkatli bakarsanız göreceksiniz.

Bu olay bana İstanbul’daki Katip Sinan Camisinin çatısındaki tabut hikayesini hatırlattı. II. Beyazıt’ın Matbah-ı Amire Katibi Sinan Bey tarafından camii 1496 tarihinde yaptırılır. Camiyi hayır için yaptıran Katip Sinan Bey, kabrinin kubbe kenarına defnedilmesini vasiyet etmiş. Vakit gelip Katip Sinan vefat edince, caminin girişinin sağ tarafına gömülmüş. Ancak rivayet odur ki gece bir vakit Katip Sinan’ın naaşı mezardan çıkıp kubbe kenarına yerleşmiş. Sabah olayı gören İmam ile halk, Katip Sinan’ı kubbeden indirip tekrar defnetmiş. Olay 3 gün tekrarlanınca bu işte bir keramet olduğuna inanılıp Katip Sinan’ın na’şını tabuta koyup kubbe kenarında bırakmışlar. Halen tabut caminin kubbe kenarında duruyor. Yani dünyanın her yerinde benzer ilginç olaylar var.

Anna Frank’ın Evi

Amsterdam’a gidip te Anna Frank’ın evini görmeden dönmem diyenlerdenseniz, sabah çok erken sıraya girmeniz veya kuyrukta uzun süre beklemeyi göze almanız gerekiyor. II. Dünya Savaşında 8 kişinin yaklaşık 2 yıl süre ile saklandığı fabrikanın üst katı bir insanlık dramına parmak basıyor. Hiç kimsenin dini, dili, vücut rengi, dünya görüşü bir başkasına zarar vermediği sürece beni ilgilendirmiyor. Ancak savaşlar hep böyle eften püften şeylerden çıkıyor. Neyse biz dünyanın renklerine, masumiyetine, iyi insanlara tekrar dönelim.

Nam-ı Diğer Red Light

Kırmızı Fener Mahallesi bir başka ilginç mekan. Gece, gündüz müşterilerini pencere önünde bekleyen bikinili ablalar devamlı cep telefonları ile oynuyorlar. Pencerenin etrafı kırmızı floresanlı ışıkla aydınlananlar biyolojik olarak kadın olanlar, mavi floresanlı ışıkla aydınlananlar ameliyatla kadın olanlarmış.

Salı Konserleri

Bulunduğumuz tarihte konser, opera, bale gibi gösterileri yakalayama sakta salı günleri Stadhuis’te ücretsiz yapılan “öğlen konseri” ni yakaladık. Harikulade bir tenor ile sopranonun seslendirdiği klasik opera parçalarından olağan üstü bölümler dinledik.

 

Marken & Volendam

Amsterdam’a 16 km uzaklıkta olan Marken minicik bir balıkçı kasabası kıyıdaki yeşil evleri ile ona paralel 2.bir ara sokaktan oluşuyor.

Volendam daha gelişmiş turistik bir köy limanın arka tarafında turistik oteller, yerleşim yerleri var. Rıhtım boyunca sıralanan hediyelik eşya dükkanları, eski evlerin içerisini de görmenizi sağlıyor. Küçük balık restoranları, oldukça uygun fiyatlı. Kasabaya gelmeden yol üzerinde peynir yapım fabrikaları var. Uğradığınızda yerel giysileri içinde ki güzel kızların anlattığı peynir yapımını dinleyip, peynirlerin tadına bakıyor, beğendiklerinizden alabiliyorsunuz. Bizde uğradık, alışveriş yaptık. Bizde bu işlere Sinan bakar. Ben beğenirim o kafasına göre alır. Bende ne aldı diye bakmam. Biz yine ekip olarak gittiğimiz için o karışıklıkta Sinan ne aldı diye bakmak aklımın ucundan bile geçmedi. Bütün gezi süresince marketlere bakıp “şunu fiyatı bu”, “galiba burada daha ucuz”, “alsak mı?” gibi cümleler kuruyordu. Dönüşte her seferinde “bunları nasıl taşıyacağız?”, “yine çok eşya var” diye homurdandığı için ben her seferinde “boş ver, aldık zaten” dedim. O da bana hiç bir açıklama yapmadı. Normalde sormaz bile direk alır. Bu sefer maalesef öyle yapmamış. Eve bir geldik 2 tane minicik kaşar almış. Öyle çeşitli peynirler vardı ki anlatamam! Zeytinli, cevizli, acı biberli, normal biberli, sarımsaklı….. say say bitmez. Tabi bu durum karşısında bir kızılca kıyamet kopup, 2 gün küslükten sonra oy birliği ile tekrar Hollanda’ya gidip peynir almaya karar verdik. Bakalım kısmet ne zamana.

Zaanse Schans

Bir diğer görülmeye değer köy Zaanse Schans. 1960 yılında tipik bir Hollanda Köyü olarak kurulmuş. Yel değirmenleri, peynir üretim merkezi, tahta pabuç atölyesi, su kıyısındaki renkli çiçekler içindeki evleri insanı hayran bırakıyor. Burasının krepi çok meşhur ancak biz sabah çok erken uğradığımız için krepçiler kapalıydı tadına bakamadık.

Keukenhof Parkı

Leiden ile Haarlem arasındaki ovada Keukenhof parkı var. “Mart sonu ile mayıs sonu arasında unutulmaz güzellikte oluyor” diye okumuştum. Biz de mart sonunda gidince görebileceğimizi sandık ama yanılmışız. Nisan başında, açmak üzere olan çiçek soğanlarını dikiyorlarmış. Özellikle lale bahçeleri rengarenk tarlalar şeklinde karşınıza çıkıyor. Biz sadece sürülmüş, ekime hazır boş tarlaları görebildik. Kısmetse, önümüzdeki yıl Konya/Çumra’da ki lale bahçelerine gitmeyi planlıyorum. Yetkililerle konuştum. Tarlalar sadece 2 hafta ziyaret edilebiliyor, sonrasında laleler toplanmaya başlıyormuş. Seneye Nisan ayını şimdiden boşalttım. Kısmetse Çumra’da olacağız. Haydi siz de takvimlerinize not edin, hep birlikte Çumra’da olalım.

Aalsmeer Bloemenveilingen

Bu kadar gelmişken dünyanın en büyük çiçek mezadını görmeden olmaz dedik. Aalsmeer Bloemenveilingen’e de uğradık. Şansımıza perşembe günleri erken bitiyormuş. Biz gene de 1,5 km.lik parkurda çiçeklerin arabalarla deli gibi vagonlara yüklenişini, mezatta işi bitenlerin konteynerlere aktarılmasını, işçilerin inanılmaz hızlı hareketlerini, mezatı, kısacası arı kovanı gibi işleyişini görebildik.

Kinderdijk

Hollanda’nın olmazsa olmazı yel değirmenlerini hemen hemen her yerde görebiliyorsunuz. Ancak Kinderdijk’teki, 19 adet değirmenden oluşan Elshout değirmen ağı en ünlüsü. Kenarındaki yürüyüş parkuru, nefis görüntüler sunuyor. İşte o zaman yel değirmenlerine doyuyorsunuz. Bu arada değirmenler, bizdeki gibi un öğütmüyor. Evlerin altındaki suları boşaltarak, kara oluşumunu sağlıyor.

Musa Köprüsü

Halsteren şehrindeki Musa Köprüsü, dünyanın en ilginç köprülerinden biri. Günümüzde tamamen yıkılmış bir kalenin etrafındaki hendeğe Hollandalı mimarlarca yapılan köprüye Hz. Musa’nın denizi ikiye bölerek geçmesi ilham kaynağı olmuş. 2011 yılında tasarım ödülü almış. Ancak biz yerini bulmakta çok zorlandık. Sorduğumuz kişiler bilemediler. Gördüğümüzde bu kadar ilginç bir yeri bilememelerine de biz şaştık. Yolunuz düşerse kaçırmayın.

Baarle – Nassau

Son olarak dünyanın en şaşırtıcı sınırlarından biri olan Hollanda, Belçika sınırına gidelim. Baarle-Nassau Hollanda, Baarle-Hertog Belçika. Bu iki kasaba bir arada ancak sınır paylaşımı sırasında kasaba ilginç bir şekilde bölünmüş. Mesela kilisenin, marketin, park yerinin, bazı evlerin bir kısmı Hollanda’da, bir kısmı Belçika’da. Sınırlar “+” larla bölünmüş. Kasaba küçücük ama düzensiz çizilen sınırı görmek insanı mutlu ediyor. Herkes istediği yerde, istediği ülkeye girip çıkabiliyor. Kimse ne pasaport nede kimlik soruyor herkes mutlu. “Keşke bütün sınırlar böyle olsa!” demeden insan kendini alamıyor.

Amsterdam’da kızarmış patates yemeden, meşhur kaşar peynirlerinden almadan, kanal boyunca amaçsız gezip birbirinin üstüne yıkılacak gibi olan evlerini incelemeden dönmeyin. Herkese güzel, mutlu günler olsun.

Hayallerinize Dokunmanız Dileğiyle…

AMSTERDAM İLE KÜÇÜK KÖYLER” için 2 yorum

  1. Çok güzel anlatmışsınız, elinize sağlık. Bizim de bir sonraki rotamızın Hollanda olması dileğiyle …

    1. Çok teşekkür ederim. Bu güzel coğrafya da bizden daha uzun, ayrıntılı, mutlu gezmeniz dileğiyle….
      Sevgiler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir