KUZEY IŞIKLARI “TROMSO”

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Uzun zamandır kuzey ışıklarının olağan üstü renklerini görme fikri aklımdaydı. Kankilerimiz Nuray, Halis Erkek ile birlikte bilet araştırırken şans yüzümüze güldü. Beklediğimiz uçak bileti promosyonu yapılmıştı. Balıklama atladık. Neler yaşadığımızı anlatmadan önce, kısaca bilgi vermek istiyorum.

Kuzey ışıkları = auroralar nasıl oluşuyor?

Güneşte ki manyetik patlamalardan kopan parçacıklar, manyetik kutup bölgelerinde atmosferin üst tabakasındaki atomlarla çarpışması sonucu ortaya çıkıyor. Yeryüzünde ışımalar olarak görünüyor. Buradaki atomların birbirlerine geçişleri, süreleri, farklı renklerin oluşmasını sağlıyor. Kuzey kutup bölgesindekilere Aurora Borealis, güney kutup bölgesinde görülenlere de Aurora Australis adı veriliyor.

Vikinglere göre ışıkların anlamı?

İsveç, Norveç, Danimarka’nın oluşturduğu İskandinavya’da 8.-11.yüzyıllar arasında yaşayan Vikinglere göre: Buzul Devleri, Dünyayı yöneten Asgard Tanrılarına savaş açacaklardı. Savaşa hazırlanmak ölümden sonraki yaşamın tek amacı idi. Yaşlılık yada hastalıktan ölenlerin ruhları karanlıklar ülkesi Niflheim’de yok olacaktı. Sadece savaşırken ölenlerin ruhları önemliydi. Bu askerler son savaşlarını yaparlarken; en büyük Tanrı Odin’in savaşçı, kadın hizmetkarları olan Valkyrie’ler yanlarına gelip, yaralı savaşçıların ruhunu alarak göklere yükseliyorlardı. Arkalarında ise kalkanlarından, silahlarından çıkan yansımalar, gökyüzünde ışıldayan izler bırakıyordu.

Samilere göre ışıkların anlamı?

Kuzey İskandinavya yerlisi olan Samiler‘e (Laponlar) göre; bu ışıklar yeni ölenlerin Dünya’yı terk etmekte olan ruhlarıymış. Bu yüzden ışıklar belirdiğinde saygısızlık yapmamak için herkes sessizleşiyor hatta çocuklar bile oynamayı bırakıyorlarmış. Aksi halde hastalık, ölüm, şansızlık geleceğine inanıyorlarmış. Sami şamanları, ışıklar belirdiğinde üzerinde ışık sembolleri resmedilmiş davullarını çalıp, ışığın gücünü bedenlerine almaya çalışıyorlarmış.

Macera başlıyor

Sabah 9.30 Norwegıan Air ile Oslo’dan, sisli, ılıman havayla ayrıldık. Yaklaşık iki saat bulutların üstünde güneşli bir uçuş yaptık. Ancak faciayı Tromso için alçalmaya başlayıp bulutların içine girince fark ettik. Deli gibi kar yağıyordu! Soğuk, kar filan bekliyorduk ama yine de içimizde bir umut vardı. Malum Türk’üz ya bize bir şey olmaz mantığıyla, havanın güzel olması, her şeyin yolunda gitmesi gerekiyordu. Böylece ilk şokumuzu uçakta tipinin egemen olduğu havaalanını gördüğümüzde yaşadık. Kısa kollu içlik giyen şoförümüz bizi kalacağımız Tromso Camping’e bıraktı. Son on yılın en şiddetli kışını yaşadıklarını söylemeyi de ihmal etmedi.

Şehir merkezine 3 km mesafede, Storsteinen dağının eteklerine yaslanmış, etrafı ağaçlarla çevrili olan campingimizin yanında donmuş bir dere akmaya çalışıyordu. Fiyatlarına göre lüksleşen bungalovların en ucuzunda dört kişi kaldık. Sıcacık tek gözlü bungalovumuzda iki ranza, dört sandalye, masa, elektrik ocağı vardı. Malum Norveç dünyanın sayılı pahalı ülkelerinden. Bizde giderken tedbirimizi almıştık. Tencere, tava on günlük ekmek, peynir, zeytin, pirinç, mercimek, bulgur, atıştırmalıklar Allah ne verdi ise valizimizin tamamını kaplıyordu. Odamızda rahatlıkla yemeklerimizi yaptık. Ortak kullanımda çok büyük, tertemiz mutfağı vardı. Dışarıda olan tuvalet, banyo, ısıtmalı oldukça ferahtı. Hemen arkamızda olduğundan hiç sıkıntı çekmedik. Çok memnun kaldık. Yolunuz düşerse gözü kapalı tercih edebilirsiniz.

Odamıza yerleştiğimizde deli gibi kar yağmaya devam ediyordu. Çok ilginçtir. Yağan kar, kuru. Silkelenince üzerinizden dökülüyor. Eriyip ıslatmıyor. Bizde yemek yiyip öyle gidelim dedik. İyi ki de öyle yapmışız. Hava bir açtı, mavi gökyüzü, pırıl pırıl güneş. Sanki biraz evvel ki tipi başka yerde yağmış gibi. Biz kampta konuşurken Türkçe olarak birisi “hoş geldiniz” dedi. 1980 ler de ki göçte, Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelmiş olan Sezen Hacıoğlu’ydu. Çifte vatandaşlık aldığı için Tromso’da çalışabiliyordu. Kaldığımız sürece çok güzel bir dostluk kurduk. İlk bilgileri Sezen’den aldıktan sonra bir birinden güzel evlerin süslediği, bembeyaz sokaklarda büyük bir zevkle şehir merkezine yürüdük. Aslında otobüs te var. Tek yön 30 ila 50 NOK arasında değişiyor yani 15/25 TL. Çok pahalı. Havaalanına gidiş, dönüş hariç araç kullanmadık.

Kuzey ışıklarında birinci gece

Gitmeden önce Northern Light Hunting olarak adlandırdıkları ışık avı için firmamızı ayarlamış, ücretlerimizi de ödemiştik. Laf aramızda Norveç’te ki en ucuz gezimizde bu oldu. Northernshots firması ile bu yıl ilk defa yaptıkları haftalık tura katıldık. Her akşam muntazam 17.30’da firma merkezinde oluyor 18.00’de hareket ediyorduk. Gece en erken dönüşümüz 12.30 oldu. Rehberimiz ilginç bir İtalyan’dı. Adı Coen. İlk gece havanın her yerde kapalı olduğunu ancak 2,5 saatlik mesafede ki Finlandiya sınırında açık olduğunu o tarafa gittiğimizi söyledi. Büyük bir heyecanla yola çıktık. Otobüsümüz sıcak, rahat, konforluydu. İçinde tuvalet bile vardı. Yollar bembeyazdı. Kar küreme araçları deli gibi yolları açıyor, kar deli gibi yağıp tekrar kapatıyordu. Şoför gayet rahat son sürat yola devam ediyordu. Türkiye’de olsa hayatta gece gece böyle bir maceraya atılmaz, hava kararmadan şehre ulaşmaya çalışırdık. Kaldığımız altı gün boyunca yollar hiç düzelmedi. Hep kar, buz, tipi içindeydi.

Yol boyunca Coen ışıkların nasıl oluştuğunu, renklerini, fotoğraf çekmenin ayrıntılarını anlattı. Herkesin fotoğraf makinalarını kontrol etti. En ilginç bilgiler; renklerin genellikle açık gri veya gri tonlarında olduğu, tarih itibariyle görülme zamanlarının farklı olduğu (biz şubatta gittiğimiz için) Şubat ayında akşam 9.00 ila 11.00 arasında en iyi gözlemlemenin yapıldığıydı. En sonunda sınıra ulaştık. Aracı park yerine bıraktıktan sonra arka tarafta karanlık sote bir yere geçtik. Herkes heyecanlı, telaşlı three potlarını kurdu. Işıkların görünmesini beklemeye başladık. Havanın soğukluğunu bile fark etmedik.

En sonunda gökyüzünde şeritler halinde grilikler, pırıltılar başladı. Bunların hiç birisi benim fotoğraflarda gördüğüm, hayran olduğum görüntü değildi. Coen isteyenlerin fotoğraflarını çekiyordu. Tabi bizde çektirdik. Işıkların olduğu yere geçiyorsun, sonra yüzüne hafif bir ışık tutuyor, tamam diyene kadar kıpırtısız bekliyorsun. Çektiği fotoğrafların hepsinin arka planında hafif kırmızı, sarı ve muhteşem yeşil bir gökyüzü vardı. Kaldığımız süre boyunca inanmaz gözlerle o görüntüyü yakalamaya çalıştık ama nafile. Hafif pırıltılı sarı, gri, uçuk belli belirsiz floran yeşilimsi bir ışık. Hepsi bu! Android fotoğraf makinesi ile cep telefonları algılayamadı. Diğer fotoğraf makinelerinde sağlıklı bir poz çekemedik. Coen’in peşinden de ayrılmadık. Ne yapıyor? Nasıl yapıyor? Adım adım takip ettik. O gece şehre 1.30’ta zor döndük. İlk gece bizim için tam bir hayal kırıklığı olmuştu.

İkinci gece

Ertesi gün yine deli gibi kar yağdı. Tekrar 2.5 saatlik yol yapıp Finlandiya sınırına gittik ama hiç bir şey göremedik. Artık emindik. Coen elindeki cılız ışıklarla bizim anlayamadığımız bir görüntü sağlıyordu.

Üçüncü gece

Hava daha iyiydi. Bu sefer Brensholmen kasabası yakınlarına gittik. Yolun aşağısında donmuş gölün üzerinde beklemeye başladık. Gökyüzü pırıl pırıl yıldızlar içinde idi. İlk gün gördüğümüz gri parlak, şeritler oluşmaya başladı. Bu sefer ki daha müthişti. Bir yerden başlayıp öbür tarafa doğru akıyor acayip yeşeriyor, sararıyor bir tarafta sönerken yan tarafında ansızın tekrar pırıl pırıl parlıyor, renk cümbüşü bütün gök yüzünü kaplıyordu. Yanıldığımızı Coen’e haksızlık yaptığımızı ancak üçüncü gün anlayabildik. Yüzümüze ışık tutarak karanlıkta sadece belirgin hale gelmemizi sağlıyordu. Tabi bizde fotoğraf makinelerinde çekim yaparken bu yöntemi deneme yanılma yöntemi ile geliştirdik.

Dördüncü gece

Sommaroy kasabasının yakınında açık denize gittik. Nasıl rüzgâr, fırtına, tipi anlatamam. Hava bir anda sakinleşiyor, yıldızlar çıkıyor, ışıklar beliriyor, tekrar tipi başlıyor, sis iniyor ışıklar kayboluyordu. Her şey inanılmaz hızlı aktı ama renkler florasan sarı, yeşil, griden oluşuyordu. Artık emindik kuzey ışıkları vardı!

Her akşam saat 11.00 civarında firma; sıcak çikolata, çay, kurabiye ikram ediyor, sonra dönüyorduk. İsteyen aracın içinde ısınıyor yada dinleniyordu. Yani fırtına, soğuk etkilemiyordu. O gece dönmeye karar verdiğimizde aracımızın kara saplandığını fark ettik. Park yerinden çıkamadık. Hemen haber verdiler 10 dk. sonra yol açma kepçelerinden biri geldi. Önce yolu süpürdü. Sonra aracımızı çekti. Tabi bunlar anlattığım gibi çok hızlı olmasa da yarım saatlik bir gecikme ile yola çıktık. Bizde olsa yardım ancak sabah ulaşırdı.

Beşinci gece

Finlandiya yolunda, yakın bir yere gittik. Uzun zaman bekledik. Görüntü müthişti. Işıklar birbirinin içinden geçiyor, dans ediyor, gökyüzüne ışıktan bir kumaş örüyordu. Ağzımız bir karış açık bakakaldık!

Müthiş gece

En müthiş gösteriye altıncı gece tanık olduk. Aslında her sabah erken kalkıp, gün içinde gezip gecede geç vakitlere kadar ışıkları seyretmeye gitmek hepimizi çok yormuştu. Hani birimiz bu gece dinlenelim yeterince gördük dese. Hepimiz vazgeçip gitmeyecektik. Neyse ki kimse böyle bir şey deyip bir birimizi örgütlemedik. Yorgun bitap sürüne sürüne son turumuza gittik. Bu sefer yolumuz Ers Fiyorduydu. Yine hava yıldızlı pırıl pırıldı. Sanki hiç ışık çıkmayacak gibiydi. Saat 9.00 gibi önce cılız ışıklar belirdi, kayboldu. Tüh başka yok! derken birden çok büyük bir ışık patlaması oldu. İnanılmaz yeşil, sarı parıltılarla tüm gökyüzünü sardı. Işıklar bir birinin içinden geçerek dans etmeye başladı. Tüm fiyort, karlar altındaki dağlar gündüz gibi aydınlandı. Belki cep telefonu çekebilirdi. O kadar şaşkındık ki aklımıza bile gelmedi. Herkes karların üstüne yatmış, gökyüzünü seyrediyordu. İşte bu sefer fotoğraf makinaları, manzaranın gerçek güzelliğini çekemedi. Işıklar bize son gece doyumsuz bir güzellik sunmuştu.

Tromso’da gündüz

Bir gün Floya tepesine (421 m.) tırmandık. Kar öyle birikmişti ki nerdeyse 1 m. Vardı. Yer yer ezilmişti ama yolumuzu şaşırdığımız bir kaç yerde bayağı zorlandık. Tepede ki teleferik’e sobe dedikten sonra geri döndük. Halk genellikle hediklerle yürüyerek tırmanıyor, bir kısmı da inişi snowboardlarıyla yapıyorlardı.

Başka bir gün Kvaloya bölgesi, Sommaroy kasabası, Ers fiyordunu karadan görmek için tur’a katıldık. Yolda doğal ortamlarında ki Ren Geyiklerini, köylerdeki rengarenk ahşap evleri, koyları, fiyordları gördük. Fiyortta yüzen bir kaç tanede foka da rastladık. Öğlen yemeğinde sarımsaklı, tereyağlı ekmekle, yöresel sebzeli balık çorbası verdiler. İnanılmaz lezzetliydi. En inanılmazı evlerden uzak yol kenarındaki tuvaletlerdi. Yolda kalan yada bir şekilde yoluna devam edemeyenler için sığınak şeklinde yapmışlar. İçerisi radyatörle ısıtılıyor, ayrıca yiyecek, su, tuvalet, ilaç her türlü asgari ihtiyaç maddelerini bulabiliyorsunuz.

Köpek kızağı

En ilginç gezilerimizden biri de, Sami kampı olan Tamok Camp’ta ki köpek kızakları oldu. Kampta kıyafet, pabuç her türlü giysiyi hazırlamışlar, giyindikten sonra rehberlerimiz ve köpeklerimizle tanıştık. Her iki kişiye bir kızak verildi. Beş kızağa da bir rehber. Polonyalı, kızıl saçlı, sakallı, ince, uzun rehberimizin adı Yakup’tu sanıyorum yazılışı Jacop. Erasmus’la Türkiye’ye gelmiş ancak tek bildiği Türkçe kelime “şerefe” idi. Sinan’ın dizleri sıkıntılı olunca onu oturttum, kızağı ben kullandım. Toplam beş köpeğimiz vardı. Nasıl heyecanlılar hepsi koşmak için çıldırıyor, yerlerinde duramıyorlardı. Rehberin arkasında biz, bizim arkamızda Nuray’la Halis, onlarında arkasında diğerleri geliyorlardı. Doğada yaklaşık üç saatlik bir tur yaptık. Bir ara rehber bir şeyler söyledi. Bende Nuray’ların duymadıklarını düşünerek onlara dönüp rehberin söylediklerini söyleyecektim ki; rehber kendi köpeklerine “go” demesiyle bizim köpeklerin fırlaması beni de fırlatması bir oldu. Düşüp rezil olduğuma mı yanayım, rehberin azarlamasına mı yanayım? Bilemedim. Birde yetmez gibi köpekler ağaçlara çarpmasın diye kızağı kontrol etmeye çalışırken iki dizimin üstüne çöktüm. Neyse bu sefer fırçalamadı. Tur sonunda ise bir Sami yemeği olan kuzulu sebze çorbası, kendi yaptıkları ekmek ile özel bir tatlı verdiler. Hepsi çok lezzetliydi. Faaliyet ne kadar eğlenceli, heyecanlı olsa da köpekler için içim sızlamadı desem yalan olur.

Şehri de adım adım gezdik. Karlar altında ki caddeleri, sokakları, müzeleri hepsi çok güzeldi. Kısaca kalbim Tromso’da kaldı.

Hayallerinize Dokunmanız Dileğiyle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir