MATERA 2019 Avrupa Kültür Başkenti

Gelecekte, bir gün elbet gelecek dedik,“2019’un Avrupa Kültür Başkenti” ne restorasyonlar tamamlanmadan önce gidip, sizler için keşfettik.
Matera, İtalya’nın Basilicata Bölgesinde, Murgia platosu üzerinde yer almaktadır. 1663-1806 yılları arasında bölgenin başkentliğini yapmıştır.
Murgia, yontma taş devrinden (paleolitik çağdan) itibaren kullanılan mağaraları, tüf kayalara oyulmuş evleri, kiliseleri ile güney İtalya’nın en ilginç platolarından biridir

Murgia Vadisi’nin ortasından akan La Gravina deresi vadiyi ikiye bölmüş. Vadinin iki tarafında oluşan mağaralarda ilk insanlar yaşamış. Hatta bir inanışa göre İtalya’da ki ilk insanlar, bu mağaralarda yaşama başlamış. Hristiyanlığın yayılmaya başladığı dönemde, Romalılardan kaçanlar, yapısı yumuşak olan mağaraların içine evlerini, kiliselerini oyarak yaşamaya devam etmişler. Hristiyanlığın kabulü sonrası saklanmaktan kurtulup, vadinin üst kısmına da yerleşmişler. Burası Arap-Bizans-Fransız etkisinde, barok mimarisi ağırlıklı kiliseleri, katedralleri, konutlarıyla zengin kesimin yaşam alanı olmuş. “Sassi=Stones” yani “Kayalar” mahallesi, kölelerin, fakir halkın yaşadığı yer olarak kalmış. Sadece Matera değil bulunduğu Basilicata bölgesi; genelde çok yoksul, sefalet içinde yaşıyormuş. Yahudi, antifaşist, ressam, yazar, doktor Carlo Levi (1902/1975) bölgeye 1935-1936 yıllarında sürgüne gönderilmiş. Matera’ya 80 km uzaklıkta ki Aliano köyünde yaşamış. Bölgenin yoksulluğundan, cehaletinden çok etkilenip “Christo si e fermato a Eboli”, “İsa Bu Köye Uğramadı” adlı kitabını yazmış. Kitaptan sonra bölgenin durumu, ülkenin dikkatini çekebilmiş.

Sassi de Matera’da pislik, sefalet kol gezerken, birde kanalizasyon sularının dereye karışması sonucu veba, sıtma, tifüs gibi belalı hastalıklarda baş göstermiş. Hatta bebek ölümlerinin oranı % 50 civarındaymış. En son 1950‘de yaşanan büyük veba salgını sonunda, dönemin valisi Sassi de Matera’yı kapatmış. Bölgede yaşayan yaklaşık 30.000 kişiyi şehrin başka yerlerine konut vererek taşımış. Gitmek istemeyenleri de 1953-1968 yılları arasında göç etmeye zorlamış. Çok uzun bir süre terk edilmiş. Bölgenin boş, farklı yapısı film yapımcılarının da dikkatini çekmiş. İlk olarak 1964 yılında ünlü İtalyan Yönetmen Pier Paolo Pasolini “Vangelo Secondo Matteo” filmini çevirmiş. Daha sonra değişik tarihlerde bir çok filmin setine ev sahipliği yapmış. 1980 den itibaren tekrar canlanmaya başlamış. 1993 yılında da UNESCO Dünya Kültürel Mirası listesine alınmış. En son Mel Gibson’un Yönetmenliğini yaptığı “Passion of The Chist” yani “Tutku:Hz İsa’nın çilesi” burada çekilmiş. Film setinin olduğu yer şimdi otopark olarak kullanılsa da her yerde afişler vardı. Çekilen filmlerle ilgili birde Sinema Müzesi açmışlar ancak kapalıydı.
Kalabalık bir nüfusu olan Matera şehri, bıçakla kesilmiş gibi üçe bölünmüş. Bir tarafı yeni modern yüzü, bir tarafı barok, diğer tarafta taş devrinden beri kullanılan mağaraları, evleri ile Sassi de Matera.
Sassi’nin seyir teraslarına geldiğimizde, gün batmak üzereydi, tepeden aşağıya doğru uzanan manzara farklı bir zaman dilimine aitti. Alaca karanlıkta vadide ki taş evler, pencerelerden süzülen ışıklar, Arnavut kaldırımları, lambaların aydınlattığı sokakların, bulunduğumuz yüz yılla alakası yoktu. Şaşkın şaşkın seyrettik. “Vay be! Mardin’e mi geldik, yoksa burası Uçhisar’mı?” demeden edemedik. Sassi’ye arkamızı döndüğümüzde bu sefer karşımızdaki barok yapıları görünce “Allah Allah biz neredeydik?” diye hafızamızı zorladık. O gece seyir teraslarında döne döne Sassi’yi seyrettik. Tabi yolumuzun üzerindeki mekanların keşfini yapmayı ihmal etmedik.

Sabah yağmurla uyandık. Kahvaltıdan sonra sıkıca giyinip çıktık. Sassi de Matera kayalık bir çukurun içine kurulmuş. Oldukça büyük iki mahalleden oluşuyor. Sasso Barisano, Sasso Caveoso. Yolumuzun üzerindeki ilk mahalle olan Sasso Barisano’ya vardığımızda hala yağmur yağıyordu. Karşımıza ilk çıkan yer Convento di Santa Agostino oldu. Günlerden pazardı. İçerde ayin vardı. Kimseyi rahatsız etmeden sessizce kiliseyi inceledikten sonra çıktık. Yaşasın! Hava kapalı ama yağmur dinmişti. Her şey çok daha net görülüyordu. Şehrin her yerine kule vinçler dikilmiş, harıl harıl restorasyon çalışması yapılıyordu. Görünen o ki 2019 için hummalı bir çalışma vardı. Hemen hemen bütün evler; butik otel, restorant, hediyelik eşya dükkanı, galeri, pub’a çevrilmiş. Şehir kayalar üzerine oturduğu için ağaç, yeşillik alan yok gibi bir şey. Kapıların önüne koydukları saksılardaki çiçeklerle bu eksiklik giderilmiş. Şehre güzel bir görüntü kazandırılmış. Haritalarda yürüyüş yolları belirlenmiş. Sokaklara da işaretleme yapılmış. Görmek istediğiniz yerlere kolaylıkla ulaşıyorsunuz.
“Le Chiese Rupestri” yani kayalara oyulmuş kiliseleri ile batının Kudüs’ü sayılıyormuş. Genelde Murgia bölgesinden 150 kaya kilisesi bulunuyormuş.
Şehirde ki üç önemli kilisenin biletlerini kombine alabiliyorsunuz. Bizde bu fırsattan yararlandık. İlk önce kayalık bir tepede bulunan Madonna De İdris e S. Giovanni in Monterrone oldu. Burası iç içe geçmiş Madonna İdris ve San Giovanni kiliselerinden oluşuyor. Çok büyük bir yer hayal etmeyin. Birbirlerine sırtını yaslamış aralarında geçiş olan iki büyükçe salonlu, ayrı kapıları olan kiliseler. Duvarlarda ki freskler oldukça bozulmuş. Nem o kadar fazla ki yer yer rutubetten yemyeşil olmuş. Fotoğraf çekmek yasak! Zaten fotoğraf çekilecek pek freskte kalmamış. Kalanlarda hayal meyal seçiliyor. Ne olduğunu anlamakta güçlük çekiyorsunuz. Allahtan tüm fresklerin altında açıklamalar olduğu için baktığınızın ne olduğunu hayal edebiliyorsunuz.
İkinci kilise hemen yakında Santa Lucia alle Malve. Burası Madonna de İdris’ten daha büyük. Burada ki fresklerde rutubetten nasibini almış. Fotoğraf çekmek yasak!
Kombine biletimizin sonuncusu San Pietro Barisano Kilisesine aitti. Gezdiğimiz kiliselerin en büyüğü oldu. Freskler çok bozulmuş. Duvarlar o kadar yeşildi ki, buraya yeşil kilise bile denilebilir. Zemini oyarak aşağıya 3-4 küçük oda daha eklemişler. Merdivenlerle inerek orayı da ziyaret edebiliyorsunuz. Öbür kiliselerin aksine sanıyorum bu kilise bazı özel günlerde kullanılıyor. Tabi ki burada da fotoğraf çekmek yasak. Flaşsız çekin dese anlayacağım. Neden fotoğraf çekmek yasak? Bende bunu anlayamıyorum.
Üç kilisede uzun süre kullanılmadığından, bakımsız kalmış. Kader ağlarını rutubetle el ele örmüş. Mutlaka 2019’a kadar bir şeyler yapacaklardır. Yoksa geriye hiç bir şey kalmayacak.
Mağara evlerde yaşam çok zormuş. Penceresi yok. Sadece kapıdan ışık, hava alıyor. Aileler, tek odada hayvanlarla birlikte yaşıyormuş. Nasıl olduğunu anlamak için Casa Noha veya Casa Grotta di Vico Solitario ziyaret edilebilir. Sasso Caveo’sunun kenarında hiç kullanılmayan en eski mağaralar varmış ama biz rastlamadık.

Sassi’nin tam ortasında bulunan Duomo, Matera Katedrali görülebilecek diğer yerler arasında.
En ilginç yerlerden biri de Sanatçı Eustachio Rizzi’nin üç yılda tamamladığı Matera şehri minyatürü. Bu eseri Sanatçının Via Fiorentini 82 adresinde bulunan hediyelik eşya dükkanın da görebilirsiniz. Çok emek vermiş, çok da güzel olmuş.
Museo Archeologico Nazionale Domenico Ridola’da bölgede çıkan arkeolojik eserler sergileniyor. Bölge insanlığın var oluşundan beri var. Ancak müze çok küçük. M.Ö.7000’den itibaren oluşan zaman dilimini yansıtamıyor. İnsan “yoksa yaşamadılar mı, ne oldu acaba, hiç mi bir şey kalmadı?” diye düşünmeden edemiyor.
Diğer bir müzede “Museo Nazionale d’Arte Medievale e Moderna della Basilicata” zamanımız yetmediği için bu sanat müzesini gezemedik.
Merkezde ki Tramontano kalesi, tadilattaydı. Etrafı yemyeşil park.
Şehrin aşağı kısmında dereden geçebilmek için küçük bir asma köprü var. Zamanınız olursa onu kullanabilirsiniz. Vadinin karşı tarafında çok belirgin bir sürü küçük patika sizi mağaralar, seyir teraslarına götürüyor. Bazı mağaralarda hala duvar resimleri varmış. Tabi hangileri bilemiyorum. Bu konu ile ilgili her hangi bir yönlendirme yada broşüre rastlamadık. Özellikle gün batımında buradaki seyir terasından şehri karşıdan izlemek müthiş oluyor.

Burası için “Subterranean Cıty” yani yer altı şehri deniliyor. Buna itirazım var. Barok şehrin başladığı yerde küçük bir alan var. Burası yeraltı şehrinden çok, bir kaç evin birleşimi tarzında. Ayrıca binaların altına ekledikleri 3-5 odayı saysak bile yer altı şehri olmaya yetmez. Bizim görmediğimiz ayrı bir yer varsa o başka. Ya orayı henüz ziyarete açmamışlar, ya haritalara, broşürlere eklememişler yada internete yüklememişler. Her şey güzel ama kusura bakmasınlar bizim Ürgüp, Göreme, Niğde, Ihlara Vadisi kaya kiliseleri, freskleri, evleri hiçte onlardan aşağı kalmaz. Fresklerimizi koruyamadığımız, deforme ettiğimiz için çok üzülüyordum. Burayı gördükten sonra vaz geçtim. Çünkü bunların freskleri bizden kat kat kötü durumda. Ayrıca devasa sürgü taşlarıyla, şıra haneleri, tuvaletleri, odaları, mutfakları, ahırları, havalandırma sistemleri, su kuyuları, dar esrarengiz koridorlarıyla, sekiz katlı Kaymaklı, Derinkuyu Yer altı Şehirlerimizin eline su dökemez. Matera yer altı şehri ise bizimkiler yer altı metropolü. Yiğidi öldür, hakkını ver!
Unutmadan Matera, 2014 yılından itibaren Ürgüp’ün kardeş şehriymiş.
Sassi de Matera, dar taş merdivenleri, daracık sokakları, Arnavut kaldırımları, eğri büğrü taş evleri, kiliseleri ile şahsına münhasır. Bizde gidip görebildiğimiz için mutlu olduk. Yolunuz düşerse kaçırmayın.

Hayallerinize Dokunmanız Dileğiyle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir