Bolivya Gezi Günlükleri 6 (Ruta de la Joyas)

 

Bolivya’da hayallerimize dokunmaya devam ediyoruz.

Geçen videomuzda Uyuni Tuz Gölü’nü gezmiş, geceyi San Juan del Rosario tuz pansiyonunda geçirmiştik. Turumuzun ikinci gününe erken saatlerde başladık. Ekmek, margarin, reçel ve kahveden oluşan kahvaltımızı yapıp yollara düştük.

Chiguana Tuz Gölü

Rotamız “Ruta de la Joyas” yani And Dağları’nın Mücevherleri, ilk durağımızsa Chiguana Tuz Gölü’ydü. Küçük gölün bir tarafı devasa Uyuni Tuz Gölü, bir tarafı 5.890 m. yüksekliğinde Tomasamill Volkanı, diğer tarafı 5.885 m. yükseklikte olan Ollegue Volkanı’yla çevriliydi.

Rehberimiz Hugo “Yüksek platoda çok sayıda sönmüş volkan var, fakat Ollegue Volkanı yarı sönmüş, en son günümüzden 1.000 yıl önce lav püskürmüş” dedi. Chiguana Tuz Gölü’nün üzerinde Ollegue Volkanı’nı görebileceğimiz bir noktada durduk. Volkanı uzaktan gözlemledik. Üzeri yer yer karla kaplı, tek başına, vakur duruyordu. Tuz kabuğunun üzerinde eskiden tuz trenlerinin geçtiği, şimdiyse haftada bir kullanılan raylar göz alabildiğine uzanıyordu. Hugo’nun birbirinden değişik fotoğraflarımızı çekmesinin ardından jeepimizle yola devam ettik.

Yareta (And Yastığı)

Deniz seviyesinden 4.500 m. yükseklikteki platoda güneş, rüzgar, yağmur ve soğuğun şekillendirdiği kayaları görebileceğimiz küçük bir vadiye geldik. Gerçekten kayalar birbirinden ilginç şekiller almıştı. Kayalardan daha da ilginç olansa kayalara yapışmış 3.000 yıllık “Yareta” adı verilen yeşil bitkilerdi. Sizlere azıcık bu yaşlı bitkilerden bahsetmek istiyorum. And Dağlarının 3.500/4.000 m. yüksekliklerinde yetişen Yaretalar koloni halinde yaşıyor. Görüntüleri yumuşak bir yastığı andırdığı için And Yastığı da deniliyor. Aslında yeşil kısmın altı, çok sert dallarla dolu. Odun gibi yandığından yakıt olarak kullanılmış. Çok yavaş büyüyen bu bitki yılda sadece 1,5 cm. uzadığından, nerdeyse yok olmak üzereymiş. Neyse ki artık koruma altına alınmış. Suya fazla ihtiyaç duymuyor, fakat bol güneş istiyormuş. Pembeli, morlu çiçekleri de varmış ama bizim gittiğimizde henüz çiçeklenmemişlerdi.

Canapa Gölü

Hayranlıkla incelediğimiz bu doğa harikası yerden sonra yolumuzun üzerinde birbirine yakın olan gölleri de gezdik. Bu göller göçmen kuşların en başta da Güney Amerika flamingolarının en önemli yaşam alanını oluşturuyordu. İlk karşımıza çıkan Canapa Gölü oldu. Flamingolar tuzlu gölün ortasında besleniyordu. Ne kadar çok istesek de uzakta oldukları için güzel fotoğraflarını çekemedik.

Hedionda Gölü

Ziyaret ettiğimiz ikinci göl, Canapa Gölü’nün yakınında bulunan 4.532 m. yükseklikteki Hedionda Gölü oldu. Tuzlu suyu, yüksek kükürt içerdiğinden kötü koku yayıyordu. Yaydığı bu kötü koku nedeniyle Hedionda yani Kokuşmuş Göl deniliyordu. Gezimiz sırasında gölden yayılan koku bizi rahatsız etmedi. Kıyıda bulunan patikadan yürünebiliyordu. Patika dışında yürümek, flamingo ve kuşlara yaklaşmak yasaktı. Göl kıyısında küçük bir ekolojik otel de vardı. Otelin restoranı günübirlik gelen turlara açıktı açık olmasına ama bizim turumuz ekonomik fiyatlı olduğundan kıyıda bulunan masalarda rehberimizin getirdiği yiyeceklerle piknik yaptık.

Gölün etrafında siyah volkanik kayalar vardı. Hugo burada kömür yatakları olduğunu söyledi. Gölün çevresiyse cüce çalılıklar, paja brava gibi sert otlarla çevriliydi. Görünüşe göre göl derin değildi. Çünkü flamingolar her yerde yürüyebiliyorlardı. Etrafta yırtıcı hayvanlar yaşamadığından korkuyu öğrenmemiş olcaklar ki kıyıya yakın olanların fotoğraflarını çok rahat çekebildik. Bizim allı turna dediğimiz flamingoların 3 cinsi kışı bölgede geçiriyormuş. James, Andean ve Şili flamingoları. Gölde çok flamingo vardı. Fakat ayırt etmek çok zordu sadece kıyıda bulunanlarım James flamingoları olduğunu anlayabildik. Neyse Hugo, flamingoların dışında ördek ve And kazlarının da bölgeyi kullandığını söyledi. Bizse piknik alanımızda değişik martıları gördük. Yüksek platoda lamalar, alpakalar ve vicunyalar da bulunuyordu. Bu hayvanları gezimiz süresince pek gördüğümüz söylenemez. Çok nadir rastladık. İnsanlara kesinlikle yaklaşmıyor uzaklarda dolaşıyorlardı.

Piknik sonrası yolumuza devam ettik. Charcota ve Honda Göllerini de gezdik ancak oralarda flamingolara rastlamadık.

Siloli Çölü

Karla kaplı dağların arasındaki platodan devam edip dünyanın en kurak çöllerinden biri olan Siloli Çölü’ne ulaştık. Siloli Çölü, Asya ve Afrika’da bulunan aşırı sıcak kumul çöllerinin aksine çok daha yüksek rakımda, etrafı dağlarla çevrili olduğu için havası daha serin ve kuruydu. Rehberimiz Hugo Siloli Çölü’nün Şili’de bulunan Atacama Çölü’nün de bir parçası olduğunu söyledi. Hugo’nun ne demek istediğini ve burasının ne kadar küçük olduğunu daha sonra devasa Atacama Çölü’nü görünce anladık.

Kahverengi, kırmızı, bej, sarı ve turuncunun tonlarındaki çöl manzarasını hayran hayran seyrederken kayalık bir alana geldik. Kayaları incelerken üzerindeki tavşanları gördük. Sarılı, grili uzun bıyıklı tavşanlar tembel tembel oturmuş etrafı seyrediyor, en ufak bir seste kayaların arasında kayboluyorlardı. Biz tavşan deyince Hugo bunların tavşana benzediğini, fakat tavşan değil Güney Amerika’ya özgü bir hayvan olan viscacha olduğunu söyledi. Bir baktık ki kuyrukları uzundu, tavşanlarınsa top kuyruğu olur. Tabi çok farklılıkları vardır ancak biz ilk bakışta bunu görebildik.

Arbol de Piedra

Sırada Siloli Çölü’nün başka bir kayalık alanının ziyareti vardı. Burada yanardağların patlamasıyla oluşan volkanik kayalar, binlerce yıl içinde şiddetli rüzgar, yağmur ve ısı farklarıyla aşınıp değişik formlarda heykeller oluşturmuştu. Bunların en ünlüsü “Arbol de Piedra” yani taş ağaçmış. Çölün ortasında, ağaç heykeli gibi duran 7 m. boyundaki blok kayayı karşımızda görünce, adının anlamını daha iyi anladık. Etraftaki diğer kayalıklar da ilginç şekiller almıştı. Bizim Peribacaları’nı andırıyor diyeceğim ama onun çok çok minimali. Peribacaları ile kıyas bile edilemez. Sadece hayal etmeniz kolaylaşsın diye söyledim.

Tam araçlarımıza binip hareket edeceğimiz sırada Hugo, bize doğru gelen tilkiyi gösterdi. “Culpeo”, Güney Amerika’ya özgü bir tilkiymiş. Diğer bir deyişle And Tilkisi. Ufak köpek boyutlarında, uzun kuyruklu, sarı, kızıl ve gri tüyleri olan tilki, bize epey yaklaştı. Hugo buraya gelen turlardan yiyecek verildiğini o yüzden geldiğini, fakat vahşi olduğundan kesinlikle yaklaşmamamız gerektiğini söyleyip bu küçük dilenciye piknik malzemelerimizden kalan, ekmeklerden attı. Yaramaz, ekmekleri afiyetle mideye indirdikten sonra oturup uzaktan bizi izledi. Mümkün olduğunca fotoğraflarını çekip yanından ayrıldık.

Aslında kayalardan oluşan bu doğal heykeller sadece Taş Ağaç’la bitmiyor. Valle de Rocas yani Kayalar Vadisi de hayvanlardan, insanlara kadar pek çok şeye benzeyen volkanik kayalarla doluymuş. Bu sürrealist çalışmaların en ünlüleri “Copa del Mundo” yani Dünya Kupası ve “El Camel” yani deveymiş. Valle de Rocas çok geniş bir alana yayıldığından araçla vadinin ufak bir kısmını gezebildik. Diğer ünlü heykelleri göremedik.

Günümüzün son noktası olan Colorado Gölü, Eduardo Avaroa Andean Fauna National Reserve kısaca Eduardo Avaroa Ulusal Koruma Alanı’nın içindeydi. Koruma alanını size daha detaylı anlatmak istiyorum.

Bir sonraki yazımızda bu inanılmaz atmosferde buluşmak üzere. Şimdilik hoşça kalın!

Gülçin Soytutan / Hayallerime Dokunmak, Youtube kanalımızdan da bu gezimizin videosunu izleyebilirsiniz. Bize destek vermek isterseniz Youtube kanalımıza abone olmayı unutmayın🤗

Hayallerinize dokunmanız dileğiyle….

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir