GTA-GRANDE TRAVERSATA DELLE ALPİ İTALYA (1)

Avrupa’da çok popüler olmasına rağmen, Türkiye’de çok tanınmayan kısa adı “GTA” olan İtalyan Alplerinde ki en önemli trekking rotalarından birini sizlere tanıtmak istiyorum. “Grande Traversata delle Alpi” yani “Büyük Alp Geçişi”.

 

TARİHİ

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Alplerde yaşayan İtalyanlar çok yoksullaşmış. Karınlarını doyurabilmek için köylerini terk ederek büyük şehirlere yerleşmeye başlamışlar. Durum böyle olunca hayvancılık gerilemiş, Alpler boşalmış.

İtalyan dağcılık kulüpleri, göçü durdurmak, Alpleri tanıtmak, yaşayan halka destek olmak, turizm gelirini artırmak için bugünkü yürüyüş rotasını planlamışlar. Rota, esas olarak köylerin vadiler arasındaki eski bağlantı yollarından oluşuyormuş. Alternatif yollarla birlikte yaklaşık 1.000 km uzunluğunda. Başlangıçta, bitişte ve belli ara noktalarda toplu taşıma araçları ile rotaya girmek veya ayrılmak mümkün oluyor.

1980’lerde İtalyan yürüyüşçüler tarafından çok popüler olan rota, zaman içinde popülaritesini kaybetmiş. Daha sonra 2000’li yıllarda Almanların dikkatini çekmiş. Rotayı tanıtan Almanca bir kitap bastırılınca da tekrar popüler rotalar arasına girmiş. Biz de yürüyüşlerimiz sırasında pek çok Alman yürüyüşçü ile karşılaştık.

Rota üzerinde “rifugio” veya “posta tappa” adı verilen pansiyonlarda kalabiliyorsunuz. Gün içinde telefonla arayıp geleceğinizi, akşam yemeği istediğinizi bildirirseniz, ulaştığınızda sıcak yemek ile yatağınız hazır oluyor.

 

GİDİYORUZ

Bizim de bu rotadan Ayşe’nin sayesinde haberimiz oldu. Ayşe, geçen yıl Alman arkadaşları Andreas ve Raulf ile birlikte GTA’nın bir kısmını yürümüş. Çok beğenmiş. Bu yıl kaldıkları yerden devam edeceklerini, istersek onlara katılabileceğimizi söyledi. İnternetten araştırdık. Daha çok Almanca, İtalyanca açıklamalar olduğundan pek bir şey anlayamadık. Fakat Ayşe o kadar heyecanlı anlatmıştı ki biz de onun heyecanına kapıldık. Zaten Andreas “Üç gün zorlu, sonra kolay.” demiş! (Göreceğiz.) Böylece birlikte GTA’da yürümeye karar verdik.

En önemli konu gitmeye karar vermekti, ikincisi çantalarımız oldu. Çok dikkatli hazırlanmamız gerekiyordu. 15 günlük yürüyüş süresince sırtımızda taşıyacaktık. Giysi, ilaçlar, terlik, öğlen için yiyecek, meyve, atıştırmalıklarımız gibi temel ihtiyaçlarımızı yanımıza aldık. Raulf, Sinan ve benim sırt çantalarımız yaklaşık 15 kg civarıydı. Ayşe’nin 20 kg civarındaydı. İçinde iki tuğla kalınlığında kitabı vardı. Laf aramızda okudu!

Başkalarının da okuyabilmesi için rifugiolara bıraktı. Asıl Andreas’ın sırt çantası efsaneydi. Herhalde 30 kg.nin üzerindeydi. Fotoğraf makinasıyla ekipmanlarının çantasını da ayrıca çapraz omuzunda taşıdı.

CERESOLE REALE-PİALPETTA

Ayşe ve Andreas’la Torino’da buluştuk. Birlikte trenle Rivanola’ya geçtik. Burada Raulf bize katıldı. Ekibimiz tamamlandı. Hep birlikte otobüsle Ceresole Reale köyüne ulaştık. Otobüs deyince şehirler arası otobüs olarak düşünmeyin, uzun mesafe olmasına rağmen bildiğiniz şehir içi otobüsler. Güzergahı üzerindeki köylere ulaşım sağlıyor.

Andreas, Fondi Minerale’de yerimizi ayarlamıştı. Fondi Minerale, anladığınız gibi mineral çeşmesi. Gerçekten pansiyonun altında çok uzun zamandır kullanılan maden suyu çeşmesi vardı. Tadı, kokusu çok iyi olmasa da dağlarda ihtiyacımız olacağını düşündüğümüz için hem içmeye çalıştık, hem de su şişelerimize doldurarak ertesi gün de içmeye devam ettik.

Bu gün bizim hem dinlenme, hem de çevremize alışma günümüz olduğundan rahattık. Asıl yürüyüş ertesi gün başlayacaktı. Biz de çevremizi tanıyalım dedik. Pansiyonumuzun hemen üstünde baraj gölü vardı. Oraya gittik. Renkli kelebekler, orkideler, yemyeşil coğrafya hepimizin ruhunu rahatlattı.

Sabah 06.00’da kalktık. Kahvaltının ardından 07.20 gibi yürüyüşe başladık. Pansiyonumuzun yükseltisi 1.500 m. lerdeydi. öğlen saatlerinde 2.651 m. lere yükseldik. Allahtan hava sıcak ve çok güzeldi. Tepeye vardığımızda değişti. Sis bastı, rüzgar esmeye başladı. Öğlen sandviçlerimizi yiyip, acele aşağıya inmeye başladık. Başladık başlamasına da in in bitmiyor. Saat 17.00 civarında patikadan asfalt yola çıktık. Pielpetta’ya 3 km. kala Raulf yoldan geçen bir araca otostop yapmış. Bizi de aldılar. Aman Allahım! Bundan büyük mutluluk olamaz. Yaklaşık bir saatte varacağımız otelimize, on beş dakikada ulaştık. Ayşe ve Andreas, iki çılgın yürüyerek indiler.

Yollar patika. Yol ayrımlarında işaretler, tabelalar size gideceğiniz yön konusunda yardımcı oluyor. Andreas telefonuna GPS kodlarını indirmiş. Herhangi bir farklılıkta ya da kaybolacağımızı düşündüğü noktalarda ya bizi bekliyordu, ya da yere oklarla işaretler koyuyordu. Bu oklar sonra başımıza iş açtı ama daha oraya çok var!

Günün özeti: 1.200 m. yükseldik, 1.600 m. indik. Toplam 18 km yürüdük.

Pielpetta, GTA’nın diğer köyleri/kasabaları gibi değil. Sebebi de İkinci Dünya Savaşı öncesi çok zenginleşen İtalyanların Torino’ya 50 km. mesafedeki kasabaya çok lüks villalar yapmalarıymış. Konutlar çok şatafatlıydı. Bunu kasabaya girer girmez fark ediyorsunuz. İtalyan sosyetesi, villalara hala şoförleriyle birlikte gelip, kalıyorlarmış.

PİELPETTA-BALME

Sabah erkenden yürüyüşe başladık. Pielpetta çıkışı çok dik. 1.450 m. tırmanıyorsunuz. Çık çık bitmiyor. İkinci geçitten sonra göller bölgesine ulaşıyorsunuz. Sinan, Ayşe, Raulf buz gibi göle girdiler. Tabi ki üşüdüler. Ama yiğitliğe toz kondurmadılar! O kadar yükseldikten sonra, iniş de zorlu geçti. Yine in in bitmiyor. Köye 4,5 km. kala asfalt yola çıktık. Patikalar esnek oluyor, ayakları yormuyor. Fakat asfalt çok yoruyor. Zaten yorgunuz, bir de yolun asfalt oluşu, tuz biber ekti. Neyse ki yolun son km.sinde Raulf, hızır gibi yetişti. Kalacağımız posta tappanın sahibi ile konuşup arabasını almış bizi karşılamaya gelmiş. Buna rağmen saat 19.00 da Balme’ye gelebildik.

Günün özeti; 1.670 m. yükseldik, 1.230 m. indik. Toplam 17 km yürüdük.

Çok şirin bir villada kaldık. Dört katlıydı. Asansör yoktu. Biz dördüncü katta kaldık. İkinci Dünya Savaşı’nda hastane olarak kullanılan binada bir süre Yahudi bir aile kalmış. Daha sonra engelliler için rehabilitasyon merkezi olarak kullanılmış. Şimdi posta tappa olarak işletiliyor. Villadaki eşyaların büyük kısmı ise antika.

İtalyanların akşam yemekleri oldukça ağır oluyor. Her sofrada; peynir çeşitleri, pasta dedikleri bizim makarna mutlaka bulunuyor. Grubumuz yemek konusunda hayli enteresandı. Ben et, Sinan domuz eti, Andreas peynir-yoğurt yemiyor, Raulf kahve içmiyordu. Buna rağmen hepimize ayrı müthiş lezzetli yemekler hazırladılar.

BALME-USSEGLİO

İtalyanların kahvaltıları hafif oluyor. Kahve, ekmek ya da peksimet, reçel, bazen peynir. O yüzden kahvaltıdan sonraki dik çıkışlar bizi çok etkilemedi.

Yürüyüşe başladığımızda hava güneşli, gökyüzü masmaviydi. Zümrüt yeşili ormanın içinden ne kadar dik çıkış yaptığımızı ancak buzul gölüne vardığımızda anlayabildik. Bizim ulaştığımızda Raulf, göle çoktan girmiş çıkmıştı. Ayşe’de ayaklarını sokuyordu. Ben onlara göre yavaş yürüdüğüm için beklemedim. Bir kaç fotoğraf çekip yola devam ettim. Sinan ile Raulf beni buzulun oradaki kar evinde yakaladılar. Aaaa Andreas vadinin diğer yamacında! Kar kulvarının içinden dik bir çıkışla Andreas’ın yanına ulaştık. İyi ki de öyle yapmışız. Tepede yaban keçisi sürüsünü gördük. Birden aşağıya kar kulvarının kenarından bize doğru koşmaya başladılar. En çılgın koşucu, Ayşe’nin nerdeyse yanından geçti! O kadar güzeldi ki, kıpırdamadan soluksuz izledik.

Tepeyi aşıp, dağın diğer tarafındaki vadiye girdik. Hafiften sisle birlikte yağmur başladı. Böyle olunca hem yolunuzu göremiyorsunuz, hem de otlar, toprak kayganlaşıyor. Biz de zorlu bir iniş yapmaya başladık. Özellikle üç/dört yerde dere yatağının yamaç kısmında bataklık oluşmuş, yetmezmiş gibi yatay geçiş yapmak zorunda kaldık. Sağ olsun Andreas bizi beklemiş, geçişimizde yardımcı oldu. Saat 18.00 civarında kasabanın ilerisinde, nehrin karşı tarafındaki köprüye ulaştık. Ama o da ne! Çok büyük bir buzul heyelan yapmış. Önüne ne geldi ise hepsini silip süpürüp dereye indirmiş. Sonra öğrendik ki bu olay geçen yıl olmuş.

Ayşe ile Andreas köprüde bizi beklemişler. Kasabaya 1,5 km. asfalt yola çıktığımızda Raulf yine otelden araç göndermiş, bizi bekliyordu. Raulf inanılmaz bir insan! Önden gidip ne yapıp edip bize araç gönderiyordu.

Günün özeti: 1.120 m. çıktık. 1.350 m. indik. Toplam 18 km. yürüdük.

Ertesi gün kasabada peynir festivali vardı. O yüzden hem kasaba, hem de kaldığımız otel çok kalabalıktı. Otelde festivale özel yemekler yapmışlardı. Peynirli ravyoli nefisti. Sırf tadına bakmak için geyik eti denedim ama pek beğenmedim. Buralarda eşek eti de çok meşhur, özelmiş. Raulf eşek eti yedi. Sinan’da ondan tadına baktı. Beğendi. Mayhoş bir tas kebabı tadında olduğunu söyledi. Ben deneyemedim.

USSEGLİO PEYNİR FESTİVALİ

Hava durumu ertesi gün için “gök gürültülü yağmur” gösteriyordu. Dağlarda, yağmurdan ziyade şimşek riski çok büyük tehlike arz ettiğinden tercihimizi festivalden yana kullandık. İyi ki de öyle yapmışız!

Alışkanlık sabahın kör karanlığında kahvaltı yapıp festival alanına gittik. Stantlarında bir çok peynir çeşidi, meyve dahil işlenmiş, işlenmemiş yiyecek maddeleri satışı yapıyorlardı. Oldukça da kalabalık bir katılımcı vardı. Herkes bir şeyler satın alıyor, yiyordu. En ilginç olan ise şişko bir adam, minik fifi cinsi köpeğini bebek gibi kanguruda taşıyordu. Bir diğer aile arka ayakları felçli, yürüteçle köpeklerini gezdiriyordu. Çocuklar, köpekler her yerdeydi. Kimse kimseden rahatsız olmuş görünmüyordu. Çocuklar için palyaçolar, masal kahramanları gösteriler yaptılar.

Taşıma sorunumuz nedeniyle öğlenleri yemek için biraz peynir, dayanıklı kurabiye, nektarin aldık. Mısır unundan incecik yufkanın içini peynirle sardıkları bir tür sıkma yedik. Enfesti!

Onların açısından her şeyin fiyatı makul. Ama bizim paramızın değeri yok! O yüzden maalesef pahalıydı.

Daha sonra yerel giysileri içindeki yaşlı amcalar, teyzeler, gençler hep birlikte şarkı söyleyip dans ettiler.

 

USSEGLİO RİFUGİO VULPOT

Sabah Usseglio’nun üst mahallelerini de gezerek tatlı tatlı yükselmeye başladık. Mahallenin birinde teleferik vardı. Kışın buraya kayak ve hedikle yürümek için geliyorlarmış. Biraz riskliymiş. Kar yağdığı zaman günlerce yollar kapalı kalabiliyorlarmış. Bir oraya, bir buraya bakarken gruptan koptuk. Onlar hızla yükseldiler. Biz de tabelaları takip ederek devam ettik. Ama bir yerde takıldık. Tabelalar kayboldu. Vadinin karşında ev harabesi görünce o tarafa doğru gidiyorduk ki tepeden Andreas bize seslendi. Sağ olsun işaretlerin kaybolduğunu görünce beklemiş. Böylelikle gecikmeden onlara katıldık. Yol boyunca birbirinden renkli çiçekleri gördük. Andreas, “çiçeklerin; böcekleri ve arıları kendilerine çekebilmek için en canlı renklerde açtığını” söyledi. Doğada ilk defa karşılaştığım değişik bir zambak için, “çiçeği sarık gibi olduğundan adı Türk lilie” si dedi. Gerçekten çiçekleri sarık gibiydi! Daha sonra başka yerlerde farklı renklerini gördük. Fakat en güzelleri bu vadideydi.

Tepede baraj yapımında kullanılan tren yolunu bulduk. Her yerini otlar, rengarenk çiçekler sarmış, kelebekler uçuşuyordu. Vadinin altındaki koyu yeşil orman, sanki cennetin başka köşesi gibi ışıldıyordu. Manzara inanılmaz, yürüyüş çok keyifliydi.

Eski tren yolunun 350 m.lik bir tüneli vardı. Andras’ın rehber kitabından bildiğimiz için hazırlıklıydık. Kafa lambalarımızı takıp, daldık tünele. Tepeyi kestirmeden aşıp, diğer vadiye çıktık. Çok da eğlenerek Rİfugio Vulpot’a ulaştık. Barajın yanında sevimli üç katlı bir yer. Vulpot, tilki demekmiş. Bir dağ rehberi, Rocciamelone’ye hacca gidenlerin konaklaması için yaptırmış! Şimdiki sahipleri, oğlundan satın almışlar. Eskiden çok gelen giden oluyormuş.  Artık çok azalmış. Onlar da satmayı düşünüyorlarmış.

Refugiomuza vardıktan sonra yağmur başladı. Çok şanslıydık! Akşam çorba, iki çeşit makarna, tavuk, karalahana tarzı salata üstüne de sıcak kek vardı. Yiyecek malzemelerinin tümünü kendi bahçelerinde üretmişler. Sadece yürüyerek ulaşılabilen bu yerde, böyle bir ziyafetle karşılaşmak müthişti!

Rocciamelone ve haccın detayları ikinci sayfamda. Şimdilik hoşça kalın.

Hayallerinize Dokunmanız Dileğiyle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir