YAKIN KOMŞUMUZ MEİS

Yıllardır Kaş’a gideriz. Meis’in etrafında dalar, dalış heyecanından adayı ziyaret etmek hiç aklımıza gelmez. İrem ve Coşkun’un bir yıllık Schengen vizeleri olunca yakmayalım dedik. Kaş gezimize pasaportlarımızla gittik.

TARİHİ

Bize göre Meis (göz), Yunanlılara göre Meges (etrafındaki adalara kıyasla en büyük anlamına geliyormuş), Avrupalılara göre Castellorizo (Kale) diye adlandırılan adanın çok hareketli bir tarihi var.

İlk olarak St. Jean Şövalyeleri tarafından Haçlı Seferleri sırasında Rodos adasına geçerken üs olarak kullanılmış. Adada ki kızıl kayalardan dolayı Castello Rosso (Kızıl Kale) adını vermişler. Daha sonra Mısır, Napoli ve 1512 yılında Osmanlı egemenliğine girmiş. 1. Dünya Savaşında Fransızların eline geçen ada Lozan anlaşmasıyla İtalyanlara bırakılmış. 2. Dünya Savaşı sonrasında, on iki ada ile birlikte Yunanistan’a bağlanmış.

Dikkatinizi çekerim, bu kadar çok el değiştiren ada Kaş’a 2.1 km. uzaklıkta. Çok rahatlıkla köprü bile inşa edilebilir!

KARŞIYA GEÇİYORUZ

Kaş’ta bir kaç tane firma, Meis ile aramız da ki gemi seferlerini düzenliyor. Hepsinde fiyatlar aynı. Gidiş geliş 25 Euro. Kapıda vize de veriyorlarmış. Onun için üç gün önceden başvurmak gerekiyormuş. Vize sıkıntımız olmayınca biletlerimizi bir gün önceden aldık.

Tekneler her gün saat 10.00 da hareket ediyor. Dönüşleri saat 16.00 Çarşamba, cumartesileri saat 23.00 de ikinci bir dönüş tekneleri oluyormuş.

Gideceğimiz sabah acele kahvaltı yapıp, saat 9.00 gibi limanda olduk. Günü birlik gittiğimiz için minik sırt çantalarımızı aldık. Kaş’ın gümrüğünde pasaport kontrolünden geçip, gemiye bindik. Gemimiz zamanında hareket etti. Deniz çok sakin olunca 25 dakika sonra Meis’teydik.

KÜÇÜK KASABA

Küçük adada ki tek yerleşim yeri Meis. Koyun etrafı 2 veya 3 katlı evlerle çevrili. Gemi ile koya girerken turkuaz rengi denizin kenarındaki bu rengarenk evler size “kalimera komşu” diyor! Kıyı boyunca daracık bir yürüyüş yolu üzerinde deniz tarafında lokanta ve kafelerin oturma yerleri, kara tarafında hediyelik eşya dükkanları yerlerini almış. Karaya ayak basar basmaz “tekne taksi istermisiniz?” diye soruyorlar. Konu mühim! Adanın en önemli yeri olan mavi mağaraya tekne taksilerle ulaşım sağlıyorsunuz. Öğleden sonra sular yükseldiği için sabahtan gidilmesi gerekiyor.

Bizden önce başka bir tekne adaya geldiği için, maalesef taksiler çoktan mavi mağaraya gitmişlerdi. Yapacak bir şey olmayınca, taksici Niko ile 45 dk. sonrası için anlaştık. Bu arada bizde kasabayı gezmeye devam ettik. Kasabanın kilisesi kapalıydı. Dışardan gördük. Bir tane büyük marketi, bir tanede fırını vardı. Kıyıdaki ana yolun arkasında paralel olmayan bir tane daha ara sokak liman tarafındaki yaşam alanını oluşturuyordu. Eski kilisesini müzeye çevirmişler. Kasabanın birde camisi vardı. Fiili olarak kullanılmayan camiyi Osmanlı dönemi eseri olarak etiketlemişler. İçerideki halıları kaldırmış Osmanlı dönemindeki fotoğrafları, caminin eski fotoğraflarını sergiliyorlardı. Giriş 5 euro.

Balıkçılık ve turizmin dışında gelirleri olmayınca, haklı olarak sineğin yağını hesaplıyorlar. Zamanımız dolmak üzereydi acele Niko’nun park yerine gittik.

MAVİ MAĞARA

Toplam yedi kişi heyecanla Niko’yla buluştuk. Biz dört kişi, Ankara’dan dostumuz Seçilay ve iki tane Koreli genç kız. Kasabanın tam arkasındaki mağaraya son sürat hareket ettik. Yolda sohbet muhabbet etrafı seyrederek mağaraya ulaştık. Tabii geç kalmıştık! Sular yükselmişti, tekne ile içine giremiyorduk. Diğer teknelerde mağaranın dışında bekliyorlardı. Biz Türkler için sıkıntı yoktu. Hepimiz içimize mayolarımızı giymiş, mağarada yüzmeye hazırdık. Fakat Koreli kızlar yüzme bilmedikleri için teknede kaldılar. Onlar için üzülmedik desem yalan olur. Hepimiz heyecanla mağaranın girişine doğru yüzmeye başladık. Mağara ne kadar mavi olabilirdi ki? İçeri girince hepimizin ağzı bir karış açık kaldı. Buraya mavi demek içerinin rengini tanımlamak için oldukça yetersiz kaldı. Mağaranın içindeki su turkuaz, lacivert, fosforlu mavi tonlarında ve mağaranın duvarlarına yansıması ile sonsuz maviliğin içinde hissi verdi. Orada bulunmak bizler için mas mavi bir rüya gibiydi!

Sinan’ın su altı kamerası iki yıl önce Hakkın rahmetine kavuşmuştu. Gopro’yu hatırlarsanız Vietnam’da Ha Long By’da geleceğe armağan etmiştik. En son benim fotoğraf makinem kalmıştı. Onu da maalesef bir gün evvelki dalışta kaybetmiştik. Yani basınca dayanamayarak su aldığından, mağarada fotoğraf çekmek için elimizde hiç bir şey kalmamıştı. Bu kadar güzel bir yerde fotoğraf çekememek bizi kahretti diyecektim ki, Niko bizim Koreli kızlara küçük bir tekne ayarlamış mağaradan içeri giriyorlardı. Onlarda bu güzellikleri görecek diye çok sevindik. Aman tanrım oda ne? Ellerinde de fotoğraf makineleri, fotoğraf çekiyorlardı. Hep birlikte “bizi de çek” diye bağırdık! Sağ olsunlar hem fotoğraf, hem video çekmişler. Kendilerine minnettarız!

Niko bize 20 dk. süre tanımıştı, hayran hayran yüzdükten sonra tekneye tam zamanında döndük.

ST. GEORGE ADASI

Niko dönüşte bizi St. George yada Agios Georgios adasına bıraktı. Meis’in karşısında küçücük bir ada yerleşim yok. Fakat çok güzel bir sahili, şezlong, şemsiye, lokantası ile minik bir kilisesi var. Bir saat sonra alacağı için hemen kendimizi pırıl pırıl ılık sularına attık. Tesiste soyunma kabinleri de olunca rahatça ıslak kıyafetlerimizi değiştirdik.

ADAYA DÖNÜŞ

Gezimizin sonunda Niko’ya veda edip, Meis’i gezmeye devam ettik. Caminin hemen yukarısında adanın kalesi var. Hava çok sıcak olunca, gemiyle gelirken karşıdan gördüğümüz kaleye tırmanmayı göze alamadık. Onun yerine kıyıda kalamar yedik. Kocaman tabaklarda iki kişiyi doyuracak kadar çok kalamar geldi. Sosu yoktu. Çıtır çıtır kızartmışlar ve oldukça yumuşaktı. Kasabada beş, altı tane lokanta var. Hepsinde deneye bilirsiniz. Aklınızda bulunsun.

Yemek yediğimiz lokantanın orda bir deniz kaplumbağası dolanıyordu. Duvarlarda lütfen bana yardım etmek istiyorsanız beslemeyin tarzı yazılar ile deniz kaplumbağası resimleri olan broşürler dikkatimi çekmişti. İçimden kim, niye beslesin hayvanları diye geçirmiştim ki yanımızdaki masada oturan Fransız çift kaplumbağaya ekmek attılar. O da afiyetle yedi. Anladım ki hayvan alışmış başka yere gitmiyor. İçim cız etti! Hayvana iyilik yaptıklarını sanıyorlar ama onu doğal yaşantısından kopartıyorlar farkında değiller.

Dönüşte dikkatimi çekti minicik Meis’in Free Shop’u var. Herkes bir şeyler alıyor. Bizim Kaş’ta hiç bir şey yok. Biraz ayıp olmuyormu Türkiye’m???

Neyse bizim de Kaş’a dönüş zamanımız geldi. Gemimizi kaçırmayalım. Tekrar buluşmak dileğiyle, sevgiyle kalın….

Hayallerinize Dokunmanız Dileğiyle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir