PERU YOLLARINDA 14 (BAROK KİLİSELER)

YOLA ÇIKARKEN

Bir gün evvel çok yorulmuştuk ama zamanımız bitiyordu. Erkenden kalktık. Bu sefer hedefimiz Cusco’dan 40 km. ilerde bulunan Güney Amerika’nın Sistine Şapeli olarak tanımlanan Iglesia de Andahuaylillas’tı.

Tur ayarlamamıştık. Yerel tur bile olsa her şey ateş pahası, yetişemiyorsunuz. Biz de öncelikle Tourism Information, Peru Hop ve hostelden nasıl gideceğimizi öğrenmeye çalışmıştık. Kısaca söylenilen “siz yalnız gidemezsiniz, tur ayarlayın” oldu. İnat da bir murat dedik, düştük yollara.

Uyanık Sinan, San Francisco meydanından dolmuşların kalktığını fark etmiş. Önce oraya gittik. İlk gelen dolmuşa Andahuaylillas dedik. Tamam deyince atladık. Buradaki dolmuşların mutlaka muavinleri var. Muavinler çoğunlukla eşleri ya da kardeşleri. Müşterilerden para topluyor, şoförlere yardımcı oluyorlar. Neyse şoför abi bize ineceğimiz yerde bilgi vereceğini söyledi. Şehirde halkın yaşadığı mahallelere doğru ilerlemeye başladık. Bir süre sonra abi “Burada ineceksiniz, (ilerideki bir ara sokağı gösterip) oradan tekrar bineceksiniz.” dedi.

İndiğimiz yer çok büyük bir bulvardı. Vızır vızır başka dolmuşlar da geçiyordu. Karşıda büyük bir Üniversite vardı. Ara sokakta bir şey görünmüyordu. Herhalde yanlış anladık dedik. Gelen dolmuşlara sormaya başladık. Ama hiç birisi gitmiyordu. Biraz sonra turiste benzeyen bir adam “Nereye gitmek istiyorsunuz?” diye sordu. “Andahuaylillas” deyince “O tarafa gidiyorum. Gelin!” dedi. Düştük adamın peşine adam gerçekten o ara sokağa girdi. Sevimsiz sokaktan, ilerde başka sevimsiz sokağa döndü. Gitsen dert, gitmesen dert. Biz de peşinde. Sonunda durağa geldik. Burası Urcos kasabasına giden minibüslerin terminaliydi. Gideceğimiz kasabadan geçiyordu. Oh rahatlamıştık. Adamcağız bizi doğru yere getirmişti. Huzur içinde hep birlikte dolmuşa bindik.

Aracımız biraz sonra hareket etti. Yavaş yavaş şehrin dışına çıktık. Yolumuz çoğunlukla dar, geliş-gidiş, asfalttı. O yüzden araçlar sürat yapamıyordu. Yavaş yavaş etrafı seyrederek 30 km.lik yolumuzu bir buçuk saatte aldık. Aracımız bizi şehirler arası yol üstünde bıraktı. Yürüyerek kasabanın içine ulaştık. Meşhur kilise, kasabanın meydanındaydı. Tur araçları çoktan gelmiş turistler gezmeye başlamışlardı.

IGLESIA DE ANDAHUAYLILLAS

Karşıdan görünüşü, küçük beyaz bir kiliseydi. Fakat giriş kapısına azizler, melekler, din tarihi ile ilgili özel resimler yapılmıştı. Bahçesinde çok büyük 3 tane haç vardı. İçeride bilet almamız gerekti. Oraya kadar gitmişiz tabi ki paramızı ödeyip, biletlerimizi aldık.

Kilise, 16. y.y.da Cizvit rahiplerince İnka kutsal alanı üzerine küçük bir şapel olarak yapılıp, daha sonra büyütülmüş.

Asıl hazine içerdeydi. İçerisi, dışarıdan görüldüğü gibi değildi. Oldukça büyüktü. Her yer, tavan dahil altın yaldızlı resimlerle bezeliydi. İncil’den bölümler, melekler, İsa, Meryem, kutsal aile, azizler, azizelerin resimleri, heykelleri vardı. Mihrabın üstünde altından bir güneş vardı aynı Güney Amerika haçı Çakana gibi ortası delikti. Heykellerin giysileri de yerel halkın giysilerindendi. Görünen o ki inançlarda geçiş olmuş! Okuma yazma bilmeyen İnkalara İncil resimlerle çok güzel anlatılmış.

Maalesef içerde fotoğraf çekmek yasaktı. Etrafta din adamlarıyla görevliler vardı. Yine de bir şeyler çekmeye çalıştık. Net olmasa da size fikir verebilir.

Çıkmak için ana kapıya doğru gelince anladık ki asıl bakmamız gereken yer burası. Bütün duvara “Son Yargı”yı resmetmişler. Kapının sağ tarafı cenneti, sol tarafı cehennemi gösteriyordu. Cehenneme giden sırat köprüsündeki insanlar şeytanlarca götürülüyor, ateşte yakılan, işkence gören, canavarlar tarafından yenilen insanlar görülüyordu. İblis, cennete giden sırat köprüsünde birini sırtından yakalamış köprüden aşağıya cehenneme düşürmeye çalışırken, cennetin köşkünde (kim olduklarını tam anlayamadım) 3 aziz de aynı adamın gözlerinden, ağzından yakalamışlar iblisin elinden kurtarmaya, cennete çekmeye çalışıyorlardı. Bence gördükleriniz, söyledikleriniz, Tanrı’ya inancınız, dualarınız sizi cennete götürür demek istiyordu.

Cennet bahçesini de resmetmişler. Burada iyi insanlar meleklerle yemek yiyip, şarap içiyorlardı. İşte detaylı çizilen bu “Son Yargı” resminden dolayı buraya Güney Amerika’nın Sistine Şapeli adını vermişler! Michelangelo Sistine’deki “Son Yargı” resmini 1470’lerde yapmış. Bu Kilise ise 16. y.y.da yapıldığından cennettekilerin giysileri Sistine’den farklı olarak daha modern çizilmişti.

Bu güzel kiliseyi gezdikten sonra dışarıya çıktık. Biletlere gözüm takıldı. Arkasında “Andean Barok Kiliselerini Gezin” yazıyordu, 5 km. mesafede 2 tane daha kilise gösteriyordu. Biletimiz oralarda da geçerliydi. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın deyip, düştük yola.

CHAPEL OF THE PURIFIED VIRGIN OF CANINCUNCA

 

İndiğimiz yerden tekrar Urcos yönüne giden minibüse binip, biletteki Chapel of The Purified Virgin of Canincunca’yı gösterdik. Şoförümüz kafasını salladı, şapelin tam karşısında indirdi.

Urcos kasabasının bayağı bir dışında bulunan şapel Urcos Gölü’nün kıyısında. Yine dışarısı çok sade. Yoldan geçen hiç kimsenin dikkatini çekmeyecek kadar minik bir şapel. İçeride kapının hemen yanında görevli kucağında bebeği, masasında oturuyordu. Yerde de yatan köpeği vardı. “Ne kadar hoş görülü adam ya da ne kadar hoş görülü insanlar! Öldükten sonra köpeklerin kan nehrinden geçmesine yardımcı olacağı inancı hala devam mı ediyor yoksa?” düşünceleri kafamda uçuştu. Şimdiye kadar hiç bir kilise ve şapelin içinde köpek görmemiştim. Burası ilk oldu. Yetkiliden izin alıp, bir fotoğraflarını çektim.

17 yy.da yine İnka kutsal alanı üzerine yapılmış. Küçücük şapelin duvarları, tavanı her yeri ince ince turuncu, kahverengi, sarı, altın varaklı renklerle çizilmiş. Üst kısmında kumaş, alt kısmında bölgede yaşayan hayvan ve bitki motifleri kullanılmış. Burada daha çok İnkaların kutsal saydığı doğa resmedilmiş. Mihrapta, Bakire Canincunca kucağında bebek ile melekler, Hz. İsa ve kutsal kişiler vardı. Bu arada Bakire Canincunca gezginlerin koruyucusuymuş. İlk defa duydum. Her halde yerel bir azize.

Şapelin hemen yan tarafında küçük bir odacık vardı. Orada ise Şapelin ilk yapıldığındaki resimler sergileniyordu.

Bu minik şapelin resimlerini inceledikten sonra, nazik görevliye teşekkür edip çıktık. Şapelin dışında eski bir mezarlık vardı. Orayı da es geçmeyelim dedik. Sonra da son kiliseye doğru yürümeye başladık.

SAINT JOHN THE BAPTIST CHURCH HUARO

Yaklaşık 1,5 km. ilerdeki kilise, Huaro kasabasının merkezinde bulunuyor. 16 yy. İnka kutsal alanının üzerine Cizvitlerce yapılmış. Oldukça mantıklı hem İnka kutsal alanını yok edip hem de oraya gelmeye alışmış İnkaların alışkanlıkları yönlendirilmiş.

Dışarıdan çok basit düz, minik bir kilise görülüyordu. Fakat içerisi yine şok edecek kadar renkliydi. Mihrapta altın, gümüş varaklı resimler, heykeller, oymalar inanılmaz bir şaşalı görüntü vermişti. Duvarlardaki ve yan taraflardaki küçük odacıklara yapılan resimlerin büyük kısmı kaybolmuştu. Kalanlar da çok müthişti. Pek çok çizim dikkatimi çekti.

Bir tanesi kubbeyi taşıyan kemerlerden birinde kutsal ruh, üzerinde ay ve onun üzerindeki güneş resmiydi. Bana İnkaların inanışlarındaki doğa ve Güneş Tanrısı İnti gibi geldi.

Diğer bir duvar resminde, iskelet şeklinde çizilen Azrail. Pek çok farklı konumdaki insanın canını alıyordu. Sanki, ölüm nasıl, ne zaman gelecek bilmiyoruz fakat hemen ensemizde bunu bilerek hareket edelim diyordu. Burada küçük çizilmiş, büyük bir ayrıntı vardı. Büyük Azrail’in üzerine çizilmiş olan bulutun içindeki mason gözü!

Hemen yanındaki duvarda mahşer günü detaylı anlatılıyordu. Gömüldükleri yerden kalkan çıplak ölüler hesap vermek için bir araya geliyorlar. İsa’nın son yargıyı yapması için bir melek onları yönlendiriyor. Kötüler bir canavarın ağzına girip cehenneme gidiyorlar, iyiler yukarıya İsa’nın yanına yükseliyorlardı. Hemen yanında bir diğer duvarda cehennemde kötülere verilen cezalar detaylı olarak anlatılıyordu.

Diğer tarafta cennette azizler ve melekler aracılığıyla toparlanan insanlar gruplar halinde birikmiş İsa’ya doğru dua ediyorlardı.

Tavanlarda da altın varaklı motifler, melekler, azizler ve İncil’de anlatılan olaylar resmedilmişti.

Duvarlarda o kadar çok resim vardı ki birbirinden ayırmak, anlamaya çalışmak için çok uzun zamana ihtiyaç vardı. Ancak bu kadarlık kısmı dikkatimi çekti ve anlayabildiğim kadarıyla sizlere de tanımlamaya çalıştım.

“And Dağlarının ya da Güney Amerika’nın Sistine Şapelleri” en az Vatikan’da ki Sistine kadar güzeldi. Amacınız Peru’yu ya da Güney Amerika’yı tanımak, inanışlarını, Avrupa’dan farkını anlamak ise, buraları gezmenizi öneririm.

Cusco’nun etrafında yapabildiğimiz gezilerimizi bitirdik. Toplam 10 gün kaldık. Fakat daha gezilip, görülmeyi hak eden pek çok yer vardı. Umarım sizler görürsünüz.

Hayallerinize Dokunmanız Dileğiyle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir