PERU YOLLARINDA 15 (PUNO)

 

Cusco’dan Puno’ya uzun bir yolumuz vardı. Şehirler arası ulaşımımızı sağlayan firmamız Peru Hop’un aracı saat 22:00’de hareket edecekti. Eşyalarımızı toparlayıp hareket noktamıza gittik.

İki katlı, tuvaletli, lüks otobüsümüz zamanında geldi. Bir hayalimiz daha gerçekleştiği için mutluyduk ama ayrılmanın acı burukluğu ile uyuya kalmışız.

Sabah 6:00’da Puno’ya ulaştık. Puno’da inenler, Copacabana gitmek için binenler birden bir curcuna oluşturdu. Sonra otobüs firmamız Peru Hop, Puno’da kalacak olanları taksi ile hostellerine gönderdi. Bu adamlar bu işi iyice öğrenmiş. Peru’da ki turlar ve şehirler arası ulaşım için yaptıkları hizmetlere tam puan veriyorum. Umarım bir gün sizin de yolunuz düşer, Peru Hop’la seyahat edersiniz!

PUNO

Puno, Titikaka gölünün kıyısında büyük fakat gelişmemiş bir liman şehri. Balıkçılık ve turizm dışında gelirleri yok gibi görünüyor. Göl kıyısından tepelere çıktığınız zaman şehirdeki pek çok binanın tamamlanmadığını, yarım kaldığını görebiliyorsunuz.

Titikaka gölü 194 km. uzunluğunda, 65 km. genişliğinde. Enteresan olan deniz seviyesinden 3.810 m. yükseklikte bulunması. Ayrıca bu muazzam gölün üzerinde gemi taşımacılığı yapılabilmesi. Göl, Peru ve Bolivya arasında bölünmüş. %60’lık kısmını Peru, %40’lık kısmını Bolivya almış. Gölün üzerinde pek çok adacık var. Puno yakınlarında da yüzen adalar var. “Hiç ada yüzer mi?” demeyin evet gerçekten yüzüyor. Bunlara Uros yüzen adalar deniliyor. Hedefimiz bu adaları görmekti. Bunun için Peru Hop’tan tur satın almıştık.

Tur bizi saat 08:00’de hostelimizden alıp limana getirdi.

UROS YÜZEN ADALAR

Limanda bizim gibi pek çok turist, teknelerini bekliyordu. Biraz sonra fiberglas, 2 katlı küçük, motorlu bir tekne 10 kişilik grubumuzu aldı. Yavaş yavaş limandan ayrıldık. Şansımıza hava çok güzeldi. Yaklaşık yarım saat sonra sazlık alana girdik. Burada teknelerin geçebilmesi için sazları temizleyip, bir kanal oluşturmuşlar. Tekneler bu kanaldan geçiyordu. Cıvıl cıvıl kuş sesleri vardı. Sadece yaban ördeklerini görebildik. Öten diğer kuşları göremedik. Sanıyorum ya çok küçükler, ya da çok iyi gizleniyorlar. Fakat manzara inanılmaz güzeldi. Gökyüzü, yeryüzüne inmiş mavi sularda dans ediyordu. Yarım saatlik sazlık alan yolculuğundan sonra yüzen adacıklara ulaştık. Rehberimiz yüzen adacıklarda bulunanların kendilerine Uros dediklerini, aslında yaşayan gerçek Urosların kalmadığını, gölün Peru tarafında Quechu, Bolivya tarafında ise Ayma halkından oluştuğunu, çok tutucu olduklarını, karaya çıkmayı reddettiklerini, geleneksel yaşam tarzlarını koruduklarını, yeni yeni adacıklarını turistlerin ziyaretine açtıklarını anlattı.

Etrafta bir çok adacık vardı. Her turizm şirketi bir adacıkta yaşayan aile ile anlaşmış o adacığa ziyaretçilerini götürüyordu. Biz de kalabalık bir ailenin olduğu adacığa yanaştık. Kadınlar, halatları yakalayıp tekneyi yüzer adacığa bağladılar. Gördüğümüz kadarıyla adacıkta 5-6 çocuk, 1 erkek, 3 köpek, pek çok kadın vardı. Adacığın ortasını boş bırakıp, etrafa sazdan evlerini yapmışlar. Bizi de ortada yaptıkları oturma yerine aldılar. Bölge ve adacıklar hakkında bilgi verdiler.

ADALARI TANIYALIM

Bölge And Dağlarının Altiplano yaylasında bulunuyormuş. Yağışlı ve kurak olmak üzere 2 mevsim yaşıyorlarmış. Gölü 25’den fazla nehir besliyormuş. Titikaka, “Gri Puma” demekmiş. Haritaya tersten bakılınca gölün yapısı tavşan avlayan puma şeklindeymiş. Şahsen ben evirip, çevirip baktım. Pumayla tavşanı ancak Picasso ya da Dali’nin çizimlerini hayal ederek bulabildim!

Bölgede yaşayan Uros halkı savaşçı İnkalardan kaçmak için kayıklarda göl üzerinde yaşamışlar, sonra kayıkları delinince, buraya gelirken arasından geçtiğimiz sazlıkların köklerinden adacıkları inşa etmeye başlamışlar. Bu sazlıkların adı da totora imiş. Uroslar kurak mevsimde 8-10 m. boyundaki totoraları diplerinden kesiyorlarmış. Yağışlı mevsimde bu kesilen totoralar suyun etkisi ile kopup yüzeyde hareket etmeye başlayınca toplanıyor, birbirlerinin içinden geçirilip iplerle bağlanarak adacığa ekleniyormuş. Zaman içinde kökler de birbirlerine dolanarak birleşmeyi güçlendiriyormuş. Adacıklar yaklaşık 2 m. yüksekliğindeymiş, 15 günde bir üstüne totora dalları ekleniyormuş. Totora evler de her mevsim başında yenileniyormuş. Adacıklarda yemek yapmak, ateş yakmak en zorlandıkları işmiş, çok dikkatli olmaları gerekiyormuş. Gölde 4-5 çeşit balık yaşıyormuş, hayatlarını balıkçılık yaparak idame ettiriyorlarmış.

Ayrıca Totoraların dip kısmının kabuğu soyulup, ortaya çıkan beyaz, yumuşak, sulu kısmı yenilebiliyormuş. Bize de ikram ettiler. Tabi hemen tadına baktık. Tatsız, kokusuz sulu kavun gibiydi. Sorasında her hangi bir mide, bağırsak sorunu ile karşılaşmadık!

Tanıtım bittikten sonra bizleri evlerine ya da içinde bir tek yatağın bulunduğu odalarına davet ettiler. Kendi yaptıkları el işi örtülerini, yastıkları, takıları gösterdiler. Hepsi birbirinden güzeldi. Çok tatlı insanlar ancak oraya gelen turistleri insan olarak değil dolar olarak görüyorlardı. Seyahatimizin bitmesine 3 ay daha olduğundan, hafif ve taşıması kolay ufak tefek bir şeyler aldık. Hiç memnun kalmadılar.

Adacıklarda elektriğin olmadığını söylemişlerdi. Güneş panelleri ve TV antenlerini gördük. Anlaşılan o ki dışarıdan etkilenmeye, geleneksel yaşamlarından vazgeçmeye başlamışlar.

Daha sonra kendi yaptıkları totoradan teknelere bindik. Teknelerin ön tarafına çift kafa yapmışlar kimisi puma, kimisi kedi, kimisi de insan kafası şeklinde. Rengarenk de boyamışlar çok güzellerdi. Bizimle birlikte, 10-12 yaşlarında 2 çocuk da tekneye bindi. Her dilden çocuk şarkıları söylediler. Sonra para istediler. Veren verdi fakat miktarı yeterli bulmadılar, vermeyenleri de nerdeyse döveceklerdi. Doğrusu geleceğin büyüklerini böyle görmek istemezdim.

HANAN PACHA

Yeni teknemizle adacıkların merkezi Hanan Pacha’ya gittik. Hanan Pacha’da sazlardan kocaman Titikaka yazmışlar, kondor ve İnka haçı gibi heykeller yapmışlar. İki tane restoran, bir hostel, birkaç tane de hediyelik eşya standı vardı. Stantlarda kredi kartı geçerliydi. Anladım ki Uroslar çoktan zamana uymaya başlamışlardı.

Artık sevimli adacıklardan, gelenekselden modern hayata geçiş dönemindeki Uroslardan ayrılma zamanıydı. Geldiğimiz tekne kıyıda bizi bekliyordu. Yine hayran hayran etrafı seyrederek bir saat sonra Puno’ya ulaştık.

Öğlen olmuştu. İkinci turumuz için saat 13:00’de bizi alacaklardı. Alelacele bir şeyler yiyip öğleden sonraki turumuz için hazırlandık. Firma ilk önce bizi aldı. Sonra şehri gezerek diğer turistleri topladı. İyi de oldu. Biz de fazla yorulmadan şehri keşfettik. Bu sefer yolumuz Puno’dan 35 km. ilerde Umayo gölü kenarında bulunan Sillustani arkeolojik alanıydı.

SILLUSTANI

Aracımız göl kenarından başlayıp dik falezlerin içine kurulmuş olan şehrin tepesine döne döne tırmandı. Şehrin dışına çıktığımızda manzaramız göz alabildiğince uzanan sapsarı, kuru bozkırdı. Buradaki evler Peru’da gördüğümüz diğer köy evlerinden oldukça farklıydı. Tek giriş kapılı taş duvarlarla çevrilmiş bahçesinde, kesme taştan özene bezene yapılmış evlerdi. Önlerinde bir çeşit lama olan guanakolar otluyordu. Çok güzel görünüyordu. Yol asfalttı. Çok kısa bir sürede Sillustani arkeolojik alanına ulaştık.

Burası Umayo gölünün içindeki yarım adanın tepelerinde bulunan bir mezarlık. M.Ö.800 ile M.S.1.500 yılları arasında değişik uygarlıklar tarafından kullanılmış. Arkeologlar yaptıkları kazılarla Pukara, Colla ve İnka uygarlıklarının izlerini bulmuş. Çok geniş bir alana yayılmış olan mezarlık “chullpas” adı verilen yirmiden fazla kuleden oluşuyormuş. Özellikle soylular ve mental gücü olduğuna inanılan dini kişiler için hazırlanmış. Bu kişiler öldüklerinde mumyalanıp, cenin pozisyonunda sepetlere konularak kulelerin içine bırakılıyormuş. Mumyalanmış bedenlerin dışında kemikler, kafatasları da bulunmuş.

Chullpasların ölülerle haberleşmeyi sağladığına inanılıyormuş. Yani kuleler bir tür anten görevi görüyormuş.

Ayrıca kuleler ruh evleri olarak da tanımlanıyormuş. Hepsine doğuya bakan kapıya benzer boşluklar yapmışlar, bunlar da ruh kapısı olarak adlandırılıyormuş. Güneşe taptıkları için ruhların güneşle her gün bütünleşmesini hedefliyorlarmış. Büyük kısmı deprem gibi doğal afetlerle, bir kısmı da soyguncular tarafından tahrip edilmiş.

1971 yılında restorasyon sırasında yıkıntıların içerisinden soylulara ait mumyalarla birlikte giysi, takı, toka tarzı 1.280 adet obje bulunmuş. Bunlardan 502 tanesi toplam 3.780 gr. ağırlığında altın objeymiş. Puno’da “C. Dreyer Müzesi”nde sergileniyormuş. Maalesef zamanımız yetmediği için biz gezemedik.

İNTİWATANA

Bu mezarlık alanının aynı zamanda 2 tane çok önemli yeri var. Bir tanesi 1964 yılında yapılan kazılarda ortaya çıkan “intiwatana” yani “güneş taşı” alanı. Intiwatana, İnkaların astronomik saati veya mevsimsel hareketler ile ilgili takvim taşı. Hatırlarsanız, Machu Picchu’da çok görmüştük. Burada çok büyük bir dairenin ortasına konulmuş. Büyük ihtimal İspanyollar tarafından kırılmış. Çünkü toprağa gömülü 2 parça şeklinde çıkartılmış. İnkalar güneş taşlarının kırılması halinde Tanrının orayı terk ettiğine inanıyor, bir daha o bölgeyi kullanmıyorlarmış. İspanyolların bunları kırmalarının en büyük sebebi de İnkaların bu inançları olmuş. Bu kadar hatırlatmadan sonra buranın önemine gelelim. Rehberimiz, bu alanın enerjisinin çok yüksek olduğunu, hatta iyileştirme gücü bulunduğunu pek çok kişinin burada meditasyon yaptığını, özellikle çok hasta bir arkadaşını bir ay süresince her gün getirdiğini ve arkadaşının tamamen iyileştiğine şahit olduğunu söyledi. Ben meraklı kedi, hemen ortaya geçip gözlerimi kapatıp, kollarımı açıp, ellerimi toprağa doğru çevirdim. Kıpırdamadan 5 dk. kadar bekledim. Hissettiğim özel bir akım olmadı. Grup gidiyordu ben de rehberin açıklamalarını kaçırmak istemiyordum. O yüzden konsantre problemim oldu, belki de vücuduma aldığım bir enerji oldu da ben fark edemedim. Keşke konsantre olabilecek yeterli zamanım olsaydı!

PETROGLİF

İkinci önemli yerimiz orta boy bir kayaydı. Etrafı düzeltilerek üçgene benzer bir şekil verilmiş, bir yüzeyine de petroglif çizilmişti. Bir el büyüklüğündeki petroglif, sonsuzluk işareti ya da kutsal hayvan yılan biçiminde oyulmuştu. Bu kayanın da aynı intiwatana gibi yüksek enerjisi olduğuna, iyileştirme ve gaipten haber verme gücü olduğuna inanılıyormuş. Tabi ona da dokunup bir süre bekledim. Tık yok. Herhalde orada bulunan gizli güçler benim gibi inançsızla uğraşmak istemediler!

YENİ KEŞFEDİLEN MEZARLAR

Gitmeden önce 07.09.2018 tarihli Aktüel Arkeoloji Dergisi’nin 73. sayısında bir yazı okumuştum. Yazı aynen şöyleydi: “Peru’da sadece çocukların gömülü olduğu 14.y.y.dan kalma bir toplu mezar bulundu. Arkeolog Eduardo Arisaca, El Comercio gazetesine yaptığı açıklamada Bolivya sınırındaki Sillustani kazı alanında bulunan toplu mezarda “büyük ihtimalle Tanrılara kurban edilmiş toplam 44 kız ve erkek çocuğun gömülü olduğunu” belirtti. Taş mezar kuleler çevresine yerleştirilmiş sepetlere ikişer halde konmuş şekilde bulunan çocukların yaşlarının yeni doğan ile üç yaş arasında değiştiği açıklandı.” Rehberimize bu toplu mezarı sordum. O da, İnkalarda kendini, bir yakınını ya da çocuğunu kurban edenlerin çok özel statüleri olduğunu, yeni bulunan toplu mezarın göl kıyısında olduğunu, henüz bölgenin turizme açılmadığını söyledi. Ne yapalım kısmet değilmiş, göremedik.

ŞEHRE DÖNÜŞ

Zamanımız dolmuştu. Toparlanıp Puno’ya geri döndük. Şehre döndüğümüzde hava kararmak üzereydi. Hostelimiz, Plaza de Armas’ın çok yakınında olunca tur bizi meydanın yakınında bıraktı. Maalesef Plaza de Armas tadilat için kapatılmıştı. Fakat Katedral açıktı. O zaman Katedrali gezelim dedik. Gittiğimizde Katedralin önünde yerel halk dansları yapan grubun çekimleri vardı. Önce onları izledik sonra katedralin içini gezdik. İçerisi sadeydi. Dikkatimizi çeken mihraptaki İsa ikonunun oldukça koyu tenli oluşuydu! Avrupa’da ki İsa ikonlarından farklı, Güney Amerikalı bir ikondu.

 

Katedralden çıktıktan sonra hemen yakınında bulunan Jr. Lima yürüyüş yolu boyunca yürüdük. Arnavut kaldırımlı caddenin iki tarafında da küçük küçük dükkanlar bulunuyordu. Rengarenk hediyelik eşya dükkanları, yerel halk, tek tük turistlerle dolu renkli ve kalabalıktı. Manuel Pino heykelinin bulunduğu yerde halk, banklara oturmuş etrafı seyrediyordu. Yolumuzun üzerinde Iglesia de San Juan vardı. Üstelikte açıktı. Derhal içeriye girdik. Burası da Katedral gibi çok sadeydi. Katedralden farkı buradaki İsa ikonu Avrupa da görmeye alıştığımız beyaz İsa ikonuydu. Yürüyüş yolumuzu bitirmiştik. Geri dönerken müzik sesleri duyduk. Hemen ilerde kutsal bakire ikonunu gezdiren bir grup vardı. Önde dans edenler, ortada ikon, arkada bando yürüyorlardı. Bir süre onları takip ettik. Her ara sokağa girip çıkıyorlardı. Sabahın 06:00’sından beri ayaktaydık. Vakit epey ilerlemişti. Ertesi sabah yine erken yola çıkmamız gerekiyordu. Doğrusu Puno’ya doyamamıştık. Fakat çok yorgunduk. Arkamıza baka baka hostelimize döndük.

Sabah erken kalktık. Bu gün Peru’da son günümüzdü. Yolculuğumuzun ilk ülkesini bitirip ikinci ülkesine geçecektik. Peru Hop bizi zamanında aldı. Aracımıza binip yola çıktık. Bolivya sınırına 134 km. uzaklıktaydık. Aracımız oldukça yeni, yollar asfalt ve rahattı. Yaklaşık 1,5 saat sonra sınırdaydık. Sınırdan eşyalarımızla birlikte, kolay geçtik. Her hangi bir sıkıntı yaşamadık.

Böylece bizim için hayal ülke Peru’yu bitirmiştik. Azıcık buruk, azıcık merakla “Merhaba BOLİVYA!” dedik.

Şimdilik hoşça kalın.

Hayallerinize Dokunmanız Dileğiyle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir