PERU YOLLARINDA 7/A (KLASİK İNKA YÜRÜYÜŞÜ 1)

Turistlerin Cusco’ya geliş amaçlarından biri de Klasik İnka yolunda yürümek. Bunun için de mutlaka lisanslı rehberli turla yürümeniz gerekiyor. Bir günde de en fazla 500 kişinin yürümesine izin veriliyor. Biz de aylar öncesinden internetten klasik İnka yürüyüş turunu satın aldık. Sinan’ın derin araştırmaları sonucunda SAM Travel’a karar verdik. Gelmeden önce internetten brifing için randevulaştık. Tam zamanında firmaya gittik. Rehberimiz henüz gelmediğinden çalışanlarla sohbet ettik. “Çok şanslısınız, rehberiniz sizinle.” falan gibi bir şeyler söylediler. İnternetten okuduğumuza göre, turlar genellikle 6-8 kişilik oluyormuş. Büroda bizden başka kimse olmayınca “Herhalde diğerleri brifingi önceden aldı.” dedik.

Biraz sonra rehberimiz geldi. Adı Henry, 30’lu yaşlarında, ufak tefek, kumral, yerli kanı daha ağır basan sevimli bir genç adamdı. Bize yapacağımız yürüyüş hakkında detaylı bilgi verdi. Yanımıza almamız gereken eşyaları, yiyecekleri söyledi. “Hava durumuna ya da sağlık durumunuza göre riskli bir durum olursa yürüyüşü kesebilirim. Yarın beş şerpa, bir aşçı ile birlikte sabah 6:00’da hareket ediyoruz.” dedi. Grupta kaç kişi olacağımızı sorduk. “Başka kimse yok sadece sizsiniz.” deyince şok olduk! Nasıl yaniiii? Koskoca tur, beş şerpa, aşçı, rehber ve bizzzzz inanamadık! Bürodakiler meğerse geldiğimizden beri onu anlatmaya çalışıyormuş. “E hadi hayırlısı!” deyip, şaşkın şaşkın hostelimize döndük.

BİRİNCİ GÜN

Sabah erkenden kalktık. Beş gün süresince ihtiyacımız olmayacak eşyalarımızı hostelimizde bıraktık. Sırt çantamızda pantolon, çorap, polar, çamaşır, yağmurluk, kafa lambası, ilaçlar, terlik, sinek ilacı, ıslak mendil, atıştırmalık, su, defter, kalem ve powerbank vardı. Yükümüz kişi başı yaklaşık 7 kg. civarındaydı. Beş gün süresince bunların bulunduğu sırt çantamızla yürüdük.

Henry ve aşçımız Mario bizi almaya tam zamanında geldiler. Yolumuz uzundu. Minibüsümüz Urubamba Nehrinin kıyısında kıvrıla kıvrıla ilerledi. 76 km. ilerde bulunan Ollantaytambo kasabasında şerpalarımızı ve gerekli malzemeleri aldık. En fazla 30 kg. yük taşımasına izin verilen şerpalarımız, bizim için çadır, mat, uyku tulumu, yiyecek taşıyorlardı. Biz rehberle üç kişiydik ve eşyalarımızı kendimiz taşıyorduk. Aşçımız dahil 6 şerpamız vardı. Neden bu kadar çoklardı, ne taşıyorlardı acaba?

BAŞLIYORUZ

Yola devam ederek 16 km. sonrada Piscacucho’ya ulaştık. Sonunda klasik İnka yürüyüş yolunun başlangıcına varmıştık. Machu Picchu’ya 82 km. uzaktaydık. Bizim gibi başlayan başka gruplar da vardı. Eşyaları alan şerpalar öğlen yemeğini hazırlamak için önden gittiler. Biz de kontrol noktasında evraklarımızı gösterip, onay aldıktan sonra saat 9:00 gibi rehberimizle birlikte yürüyüşe başladık. Urubamba Nehrinin karşısında olan patikaya köprüden geçerek ulaştık. Yolumuz çok güzeldi. Köylere giden patikadan yürürken eşekli, atlı ya da sırtlarında eşyaları ile yürüyen, yol kenarındaki tarlasında çalışan köylülerle karşılaşıp, selamlaşarak ilerledik. İlk gördüğümüz İnka köyü Qhanabamba oldu. Urubamba Nehrinin karşısında olan köyün taş evleri nerdeyse olduğu gibi duruyordu. Nereden baksanız en az 600 yıllık olan evlerin sadece çatılarını sazlardan, otlardan yaptıkları için çatıları yoktu. Hava çok güzel, yol virajlı fakat eğim çok az olunca uçarak yürüyorduk.

PATALLAQTA

Yolumuzun üzerinde bir diğer antik İnka köyü olan Patallaqta diğer adıyla Llaqtapata vardı. Cusco’nun İspanyollarca fethinden sonra, İnkalar geri çekilirlerken Machu Picchu’nun izini kaybettirebilmek için yol boyu yaktığı köylerden biri de Patallaqta’ymış. Geriye sadece taş binaların duvarları kalmış.

Tepede kurulmuş olan köy, eskiden kale görevi görüyor, yolcular ve askerler Machu Picchu’ya giderlerken burada dinleniyormuş. İnkalar için dağlar kutsal olduğundan burada da tapınak ile kutsal alanlar varmış. Tapınak binalarının özellikleri şöyleymiş: çift kapıları doğuya bakıyor, kapıların karşısındaki duvarda yedi tane niş bulunuyormuş.

Henry, köyün dışında uçurum kenarında bir tane de mezar gösterdi. Evler gibi taştan örülmüş, kapısı açık yönü doğuya bakıyordu. Ölüler cenin pozisyonunda mezar odalarına bırakıldıkları için de kare şeklinde kutu gibiydi.

WİLLKARAKAY

 

Henry, dağın hemen eteklerinde bulunan Willkarakay köyünü yukarıdan Patallaqta’tan bize göstermeden önce, İnkalar için bazı hayvanların çok önemli olduğundan bahsetti. Gökyüzündeki tanrılarla yani semai alemle iletişimi sağlayanın kondor, yeryüzündeki insanları yani orta alemi tanımlayanın puma, yer altı alemini ya da cehennemi temsil edenin yılan olduğunu söyledi. Cusco’nun kuruluşunda da şehrin puma şeklinde planlandığını, yine istiridyenin de kutsal olduğunu o yüzden Willkarakay köyünün istiridye şeklinde oluşturulduğunu anlattı. Yukarıdan gördüğümüz köyün gerçekten nehir kıyısındaki etekleri çok düzgün bir şekilde istiridyeye benziyordu ve vadinin dibinde teraslanarak yükseltilmiş, sırtını dağlara yaslamıştı.

Henry, İnkaların yaşamları hakkında da bizi bilgilendirdi. Buna göre; İnkalarda küçük çocuklarla çok yaşlılar dışında herkes çalışıyormuş. Üretimi elle yaptıkları halde ziraatta çok ilerlemişler. 10’dan fazla mısır, 240’tan fazla patates çeşidi, tahıl, pamuk, kabak, fasulye, yerfıstığı, quinoa gibi bir çok bitki yetiştiriyorlarmış. Ürünlerin 1/3’ü üretene bırakılıyor, geri kalan 2/3’lük kısmı bir çeşit vergi sistemi ile hükümete veriliyor, hükümet bunu diğer vatandaşlarına dağıtıyor, geri kalan kısmını ise köylerde ya da uygun alanlardaki depolarda saklıyormuş. Willkarakay köyünün de asli görevi ürün depolamakmış.

Henry’nin açıklamaları ile mola yerimize ne ara ulaştık anlamadık. Şerpalar bizden önce gittikleri için yemeğin hazır olacağını tahmin ediyorduk, ama bu kadarını beklemiyorduk. Kurulan yemek çadırında kumaş masa örtüsü olan bir masa ve sandalyeleri vardı! Yemekler de inanılmazdı, ilk gelen çok süslü bir avakado salatası oldu. Kendi yaptıkları meyve suyu ile kocaman bir tepsinin içinde et, sebze, pilavdan oluşan yemeğimizin arkasından meyve ikram ettiler. Sıcak su sürekli vardı. İstediğimiz zaman çay, kahve içebiliyorduk. Yemekten sonra biz dinlenirken şerpalar da yemek yediler. Bulaşıkları yıkayıp hazırlandıktan sonra bizden önce yola koyuldular.

Öğleden sonra yolumuz biraz dikleşti. Patika köyler arasında kullanıldığından oldukça bakımlı, rahattı. Kuş sesleri ve And Dağlarının doyumsuz manzarasını seyrederek yürüdük.

KAMP ALANINA VARIŞ

Hatunchaca köyü yakınındaki kamp alanımıza Saat 15:00 civarında vardık. İlk gün 200 m. yükselmiş, altı saatte 12 km. yürümüştük.

Bu güzergahta her tur şirketi kendisine özel yerler belirlemiş. Oralarda öğlen molası verilip, gece konaklanıyor. Bu sebeple de bütün turistler bir arada kalmıyor. Biz de bir evin arka bahçesinde kaldık. Şerpalar biz gitmeden çadırlarımızı hazırlamışlardı. El ve ayaklarımızı yıkamamız için sıcak su ile havlu da verdiler. Alışık değiliz bu kadar ihtimama, onların bu yaptıklarına ne kadar şaşkınlıkla bakıyorsak onlar da bizim neden şaşırdığımıza şaşırarak bakıyorlardı. Anlayacağınız ilk günümüz karşılıklı şaşkınlıkla geçmişti.

Saat 17:00’de çay saatimiz vardı. Çadırlarımızın önünde bulunan barakada patlamış mısır, bisküvi, kek ile çay, kahve ikram ettiler. Henry’den İnkalar ve Perulular hakkında bir çok bilgi aldık. İspanyolların zorlaması ile Katolik olmak zorunda kalan halkın artık karışık bir din yaşadığını, Katolik göründüklerini ancak İnka inançlarına da devam ettiklerini (örneğin Katolikler gibi tabut içinde ancak yüzleri doğuya dönük olarak gömüldüklerini), Pachamama yani Toprakana’nın hala çok önemli olduğunu öğrendik.

Ardından Peru’da sahipli köpeklerin, hatta sokak köpeklerinin bile neden giysilerinin olduğunu sorduk. Gelen cevap çok ilginçti. Biliyorsunuz İnkalar reenkarnasyona inanıyorlar. Öldükleri zaman köpeklerin onlara yer altında bulunan kan nehrinde rehberlik edeceğine inanıyorlarmış. O yüzden herkes mutlaka köpek besliyormuş. Bizim sokak köpeği sandığımız hayvanların da mutlaka sahibi varmış. Sahipsiz hayvan yokmuş. Bu ilginç cevabı verdikten sonra bize altı yaşındaki kızı ile köpeğinin resimlerini gösterdi.

Saat 19:00’a yaklaştığında akşam yemeğimiz hazırdı. Lezzetli bir yemek yedikten sonra dinlenmek üzere çadırlarımıza çekildik

İKİNCİ GÜN

Erkenden kuş sesleriyle uyandık. Kalkar kalkmaz şerpalar, yükseklikle ilgili sorun yaşamayalım diye koko çayı verdi. Tatsız ama şifa niyetine her gün içtik. Saat 7:00’de kahvaltıdaydık. Yumurtalı, peynirli güzel bir kahvaltı yaptık. Atıştırmalıklarla sıcak suyumuzu aldıktan sonra 7:30’da yola koyulduk. Gece yağmur yağmıştı. Hava kapalıydı. Bitki örtüsü, çiçekler yükseldikçe daha da güzelleşiyordu.

Henry, sivrisinekler için mutlaka ilaç sıkmamız konusunda bizi uyardı. Sivrisinekler nasıl minik, gözükmüyorlardı. Saç maç hiç onları etkilemiyor korkunç ısırıyorlardı. O minik hayvanların ısırdığı yerler para gibi kabarıp, deli gibi kaşınıyordu. Bütün yürüyüşümüz süresince şapkamız, üstümüz başımız, yüzümüz gözümüz her yere ilaç sıktık. Bu yolculukta en çok ihtiyacımız olan sivrisinek ilacıymış. İyi ki unutmamış, yanımıza almışız!

YÜRÜYÜŞE BAŞLIYORUZ

Karşımıza çıkan ilk köy Huayllabamba veya Wayllabamba oldu. Buradaki köylerin elli tane adı var. Nerede olduğunu anlayana aşkolsun! Burası aynı zamanda ikinci kontrol noktasından geçtiğimiz yerdi. Önümüzde kalabalık bir Alman grup bekliyordu. En arkada da genç fakat morbid obez bir kadıncağız vardı. Onu daha önce de görmüştüm. Hem şeker yiyor, hem etrafına ikram ediyor hem de yürümeye çalışıyordu. Beklerken biraz hoş beş ettik. Bizim geçiş iznimiz önce onaylanınca birbirimize şans dileyip ayrıldık. Daha sonra hiç karşılaşmadık.

Yol dünkü gibi rahat değildi. Dik tırmanmaya başlamıştık. Canım İnkalar, yolları taş döşemiş hatta dik kısımlara merdiven bile yapmışlardı. Orman da artık vahşileşmiş, vadinin rengi koyu yeşile dönmüştü. Havada yağmur tehdidi vardı. Rüzgar sertleşmeye başlamıştı. Önce Ayapata kamp alanını geçtik. Sonra 3.800 m.deki Llulluchapampa kamp alanına vardık. Kamp alanında çadırımız kurulmuş, soframız hazırlanmıştı. Yaşasın yemek zamanı! Büyük bir mutlulukla yemeğimizi yiyip, biraz dinlendikten sonra gecikmeden yola koyulduk. Yağmurun eli kulağındaydı. Karşı dağlardaki kara bulutlar üzerimize doğru geliyordu. Yükseldikçe ormanı aşağıda bıraktık. Açık alanda rüzgarın sertliğini daha fazla hissetmeye başladık. Yağmur da bir yandan başlamıştı. İrtifadan rahatsız olmasak da yağmur ve rüzgar hızımızı kesiyordu.

ÖLÜ KADIN GEÇİDİ

En sonunda 4.200 m.deki Warmiwanusca veya Dead Woman Pass yani “Ölü Kadın Geçidi”ne ulaştık. İnka yolunun en yüksek noktasına tırmanmıştık. Rüzgar nerdeyse fırtına hızındaydı. Sis de vardı. Biraz fotoğraf çekip, azıcık da etrafı şöyle bir inceledikten sonra neredeyse koşarak aşağıya inmeye başladık. Henry’e neden buraya Ölü Kadın Geçidi adını verdiklerini sormuştum. “Aşağıya inerken dön ve arkana bak. Kadını göreceksin.” demişti. Gerçekten de dağın siluetinde kadının kafası, saçları, profilden yüz hatları, cenin halinde toparlanmış vücudu oldukça belirgindi. Sonunda ölü kadını bulmuştum.

 

Otoban gibi olan yoldan indikçe rüzgarın hızı azaldı. İnkaların patikası Arnavut kaldırımından daha başarılıydı. O yüzden yağmurda bile yürümek sorun olmadı. Ne öyle vıcık vıcık çamur olduk, ne de üstümüz başımız battı. Sadece ıslandık. Çıktığımız gibi dik inişimize devam ettik. Adını bilmediğim sarı orkide tarlalarının arasından yürüdük.

PACAYMAYU KAMP ALANI

Saat 16:30’da kamp alanımıza ulaştık. Tuvaletlerin de yer aldığı alanda birçok grup çadır açmıştı. Kalabalık bir çadır kent görüntüsü oluşmuştu. Bazıları bizden önce gelmiş çadırlarına yerleşiyordu. Bazı çadırlar ise boş sahiplerini bekliyordu.

Beş çayımızda günün kritiğini yaptık. Çok zorlu bir gündü. 1.350 m. yükseldik, 600 m. indik ve 8 saatte 12 km. yürüdük. Bütün gün neredeyse rehbersiz yürümüştük. Yollar belirgin olduğu için Henry arkada diğer rehberlerle yürüyor sanıyorduk. Henry, bakmış bizde sorun yok, arkadaki gruplarda yürüyemeyenlere yardım ediyormuş. Anladığımız kadarıyla başlangıçta bizim yürüyebileceğimize pek emin değilmiş. Onu şaşırtmışız. Diğer grupların çok zorlanmış.

Akşam yemeğimizi yedikten sonra yorgun ve mutlu bir şekilde çadırlarımıza giderken Henry, kontrol noktasında gördüğüm Alman kadının daha yeni kamp alanına ulaştığını söyledi. Neyse kızcağızın gelmiş olmasına çok sevindim. Bundan sonrasını havada karada yapardı nasıl olsa.

Yolumuz uzun yürünmesi gereken 2 gün daha var. Biraz dinlenin tekrar yola çıkalım.

Bir sonraki yazımızda buluşmak üzere hoşça kalın.

Hayallerinize Dokunmanız Dileğiyle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir