Şili Gezi Günlükleri 13 (Selknam Soykırımı)

 

Sevgili dostlarım, Güney Amerika seyahatimizin rotasında bulunan Punta Arenas’ı anlatmadan önce, bu topraklarda yaşamış ve yok edilmiş bir halktan bahsetmek istiyorum.

Selknam Halkı

 

Selknam, Onawa veya Ona olarak kendilerini tanımlayan bu halk Şili ve Arjantin’in Güney Patogonya bölgesinde ve Ateş Toprakları (Tierra del Fuego) takımadalarında yaşamış. Kuzey Kutup bölgesinde yaşayan Eskimolar gibi onlar da Güney Kutbuna en yakın yaşayan insan topluluğu olmuş.

İklimden dolayı toprağı işleyemeyen Selknamlar, Afrika’da yaşayan pigmeler gibi ufak tefek değillermiş. Ortalama 1.80 boylarında avcı, toplayıcı göçebe bir halkmış. Aletlerini taştan, kemikten, tahtadan üreten ataerkil aileler belirli bir arazide, komşularıyla huzurlu yaşıyorlarmış. Kıyafet giymiyor onun yerine vücutlarını balina yağı sürerek kalın bir tabakayla kaplıyor, üzerlerine hayvan derisi sarıyorlarmış.

Dinleri

Bu barışçıl halkın, gökyüzünde yaşayan efsanevi atalardan türetilen karmaşık bir inanç sistemi bulunuyormuş. Yaratılış mitinde, tüm bitki ve hayvanların ölümsüz atalarının reenkarnasyonu olduğu anlatılıyormuş. Xo’on adı verilen Şamanlar saatlerce söyledikleri ilahilerle transa girerek, efsanevi atalarıyla temasa geçiyor, hastaları iyileştiriyor, gelecekten haber veriyor, kötü ruhları kovalıyormuş. Bu nedenle şamanların doğa üstü güçlere sahip olduklarına inanılıyormuş.

Mühim bir kişinin ölümünde ya da kıyıya vuran balina gibi büyük bir yiyecek bulunduğunda 2 ateş yakılarak, herkese haber veriliyormuş. Daha sonra gelen gruplarla birlikte ya ölen için ağıtlar yakılıyor ya da şölen düzenleniyor, güreş, ok atma gibi etkinlikler yapılıyormuş. Bu yüzden çok uzaklarda bile yaşasa herkes birbirini tanıyormuş.

Hain

Punta Arenas’da katıldığımız bir turda rehberimiz Selknamları ve Hain adı verdikleri törenlerini anlatıp, bizi Porvenir yakınlarında onlar için düzenlenen parka götürdü. “Hain” genç erkeklerin sayısız zihinsel ve fiziksel testten geçirilerek yetişkinliğe kabul edildikleri ve kadınlar üzerindeki otoritelerinin güçlendirilmesini sağlayan çok sayıda ayinle yapılan aylarca süren bir törenmiş.

Bu törenler yetişkin erkekler tarafından düzenlenen çok gizli toplantılarmış. Evrendeki ruhların bazılarının yerin derinliklerinden çıktığına, bazılarının gökten indiğine inanılıyormuş. Buna göre yetişkin erkekler guanaco derisi ya da ağaç kabukları gibi materyallerle hazırladıkları maskeleri takıyor vücutlarını boyayarak kendilerini gizliyor, ruh rolünü oynuyormuş. İlk günün ardından törenler ve ritüeller başlıyormuş. Erkekler, bazı teatral kavgalarla ruhlarla savaşarak kadınların önünde güçlerini gösteriyormuş. Her ruh geleneksel davranış, mimik ve konuşmalarla oynandığı için herkes hangi ruh olduğunu anlıyormuş. Önceki Hain toplantılarında yer alan en iyi oyuncular, daha sonra düzenlenen Hainlere de tekrar çağırılıyormuş. Efsanevi olayların canlandırılmasının yanı sıra genç erkeklerin cesaret, acıya direnme, korkularından arınma sınavları ve yetişkinlerin görevleri hakkında uzun süreli eğitim kurslarını da içeriyormuş. Tören en kötü ruha karşı yapılan mücadeleyle sona eriyormuş.

Güneş ve Ay

Karanlık bir kulübeye çağrılan genç erkeklere, maskeli ruhlar tarafından saldırıya uğrayacaklarını, ruhların maskelerini düşürmeleri halinde onlardan kurtulabilecekleri söyleniyormuş. Ruhların maskesini düşürüp, onların aslında insan olduğunu öğrenen gençlere, yetişkinler dünyanın yaratılış efsanesini anlatıyormuş. Şöyle ki uzun yıllar önce, insanlar ölümsüzken, aileler anaerkilmiş. Kadınlar ruh kılığına girip erkekleri korkutuyormuş. Bir gün birkaç erkek, kadınları takip etmeye karar vermiş. Kadınların ruh kılığına girdiğini görünce, kandırıldıklarını anlayıp saldırmışlar. Kabile reisinin karısı gökyüzüne kaçıp ay olmuş, kabile reisi de peşinden onu yok etmek için gökyüzüne gidip güneş olmuş. Fakat birbirlerini hiç yakalayamamışlar. Bu saldırıda pek çok insan ölmüş veya hayvan ya da bitkiye dönüşmüş. İşte bu nedenle yetişkinler; gençlere erkeklere ruh kılığına girdiklerini, kadınlarınsa bunu asla öğrenmemesi gerektiğini anlatmış.

Bu ilginç halkın Magellan’dan sonra Avrupalılarla karşılaşmaları 1599’da Olivier van Noort yönetimindeki Hollanda filosuyla olmuş. O da yaklaşık 40 Selknam’ın öldürülmesiyle son bulmuş.

İnsan Avı ve Ödül Avcıları

Daha sonra sömürgeciler bölgeyle ilgilenmemiş, ta ki 19. yy.ın sonuna kadar. Bu tarihden sonra bölge Avrupa, Şili ve Arjantinlilerce paylaşılmış. Gelenler düz araziyi çevirip, çok büyük çiftliklerde koyun yetiştirmeye ve çevrede bol bulunan guanacoları avlayarak yok etmeye başlamış. Arazilerinden kovulan Selknamlar için yiyecek sıkıntısı baş göstermiş. Özel mülkiyet gibi bir kavramları olmayan bu halk, koyunları av hayvanı sanarak, aç kaldıklarında kesip yemiş. Tabi sömürgecilerin gazabı müthiş olmuş. İnsan Avı başlamış. Arjantin ve Şili Devletlerinin desteklediği koyun yetiştiriciliği yapan büyük şirketler öldürülen her Selknam için 1 İngiliz Sterlini ödül vermiş. Kanıt olarak kafa, el ya da kulak getirilmesi kafiymiş. Bu arada bölgede altın olduğu da öğrenilince olanlar olmuş. Ödül avcıları ve tüccarlar yetmezmiş gibi bir de altın arayıcıları girmiş devreye. İşte bunlardan birisi olan Mühendis  Julius Popper’ın öldürdüğü Selknamların sayısı hala bilinmiyor ve Selknam soykırımının ana sorumlusu olarak gösteriliyormuş. (Nasıl olsa adam ölmüş at üstüne gitsin. Devletlerin bunda hiç günahı yok)

Sömürgecilerin Selknamlara karşı düşmanca muamelesi bir tek insan avı değilmiş. Aynı zamanda sularını ve yiyeceklerini de zehirlemişler.

1896 yılında 3.000 olduğu tahmin edilen Selknam nüfusu, 10-15 yıl içinde 300’e düşmüş.

İnsanat Bahçesi

1889 yılında Şili Devletinin izniyle yakalanan bir grup biri 8 yaşında 11 Selknam gemilerle çok kötü şartlarda Avrupa’ya götürülmüş. İnsanat Bahçesi de denilen insan hayvanat bahçesinde sergilenmiş. Her gün modern Avrupalılara gösteri yapmaları gerekmiş. Maalesef çok kötü bakılmış ve buralarda ölmüşler.

Son Selknam’ın Ölümü

Diğer taraftan, Şili ve Arjantin Devletleri misyonerlere Selknamları asimile etmeleri için izin verince, yardımsever din adamları da konuya müdahil olmuş. İnançsız, çıplak Selknamları dine davet etmiş, onları kurtarmak için misyonlar kurmuş, kıyafetler giydirip modern insan şekline sokmuş. Ancak alışık olmadıkları bu yeni yaşam şekline, Avrupalılardan gelen yeni virüs, bakteri ve mikroplar da eklenince pek çoğu uyum sağlayamayarak ölmüş. Halen günümüzde melezler bulunsa da son safkan Selknam Angela Loij’nin Mayıs 1974 tarihinde ölmesiyle safkan Selknam halkının soyu tamamen tükenmiş.

Sonuç olarak Selknam Soy Kırımı, Birleşmiş Milletler Soy Kırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinde belirtilen bütün tanımlara uyduğundan 20. yüzyılın ortalarında katledilen ve katolik misyonlarında yaşamaya zorlanan Selknam Halkı yok edilmiş.

Bu da bence Şili ve Arjantin Devletlerinin alnından hiç bir zaman silinmeyecek bir karadır.

Bu sefer acı bir olayı ele aldık ama hiç bilmediğimiz topraklarda barbar medeniyetimizin masum bir halkı nasıl yok ettiğini anlatmak, yaşamasalar da acılarını paylaşmak istedik.

Gelecek yazımızda Punta Arenas’ta Sara Brown’un hem soy kırım yapıp hem de şehrin nasıl saygın kişisi olduğuna tanıklık edeceğiz.

Şimdilik hoşça kalın!

Gülçin Soytutan / Hayallerime Dokunmak, Youtube kanalımızdan da bu gezimizin videosunu izleyebilirsiniz. Bize destek vermek isterseniz Youtube kanalımıza abone olmayı unutmayın🤗

Hayallerinize dokunmanız dileğiyle….

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir